Gıda Komitesi bu yükü taşıyabilir mi?

1
1338
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Kısaca “Gıda Komitesi” olarak adlandırılan oluşumun tam adı “Gıda ve Tarımsal Ürün Piyasaları İzleme ve Değerlendirme Komitesi”. Kuruluş Genelgesi’nde gıda ve tarımsal ürün piyasalarının sorunları kısaca özetlendikten sonra amacı şöyle belirtilmiş:

“…Ülkemizde, gıda ve tarım ürünlerinin; kısa ve uzun vadeli arz-talep, ihracat-ithalat ve üretim-tüketim değişimleri ile bu değişimlerin ve dağıtım zincirindeki gelişmelerin fiyatlara olası etkilerinin izlenmesi ve değerlendirilmesi, gerekli görülmesi halinde, alınacak tedbirlere ve uygulanacak politikalara ilişkin önerilerde bulunulması amacıyla…”

Adında da anlaşılacağı gibi, bu bir “izleme ve değerlendirme” Komitesi. İzledikten ve değerlendirdikten sonra ne yapacak? Amaçlarda o da belirtilmiş: Önerilerde bulunacak.

Mehmet Şimşek’in açıklamaları

Gıda Komitesi toplantıları hakkındaki en detaylı bilgiye Komite Başkanı Mehmet Şimşek’in (Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı) yaptığı açıklamalarla ulaşıyoruz. Birkaç gün önce yaptığı açıklamaları bölüm bölüm değerlendirelim:

“Bakliyat gibi talebin kısmen de olsa ithalat ile karşılandığı ürünlerde kapsamlı bir üretim planlaması yapıldı.”

Bu ifade sanıyorum “havza bazlı üretim” ile ilgili ve orta-uzun vadeli bir plan dâhilinde sonuç alınabilir. Kısa vadede fiyatlara etkisi olmayacağı gibi toprak başta olmak üzere kaynaklarımız bugünkü gibi hoyratça kullanılır veya tarım alanı olmaktan çıkarılırsa orta-uzun vadede de sonuç alınamaz. Sonuç alabilmek için ekim alanı dışında, tohum, sulama, gübreleme, ilaçlama, verim gibi çok fazla faktörün aynı anda, noksansız ve doğru olarak kullanılması gerekir.

“Başta sera teşvikleri olmak üzere taze meyve-sebze üretimini teşvik eden uygulamalar da yeni bir strateji çerçevesinde devreye girecek. Üretim artışı hedefleyen projeler sonuç verdikçe, gıda enflasyonu kaynaklı risklerin de sınırlanması öngörülüyor.”

Taze meyve ve sebzede yıllık üretim, muz dışında, ihtiyacımızın üstünde, bazıları çok üstünde. Zaten fazla ürettiğimiz halde fiyatını düşüremediğiniz ürünün daha fazla üretilmesini teşvik etmenin mantığı nedir? Üstelik resmî ağızların fiyatlarla ilgili beyanatları sorunun -miktarda ve üretici fiyatlarında değil- aracı fiyatlarında olduğuna dairken. Yani fazla üretim ve üretici fiyatlarının düşük olması üreticinin kâr ettiği anlamına gelmiyor. Bu durum sadece meyve-sebze için değil bütün gıda ürünleri için geçerli.

“Alınan tedbirler sayesinde hububat ve kırmızı et üretiminde önemli artışlar görülüyor.”

Bu cümleyi nasıl yorumlayacağımı epeyce düşündüm. Hatta “iftar sonrasına” bıraktım ki yanlış anlaşılacak cümleler kurmayayım. Hassasiyetimin sebebi, Sayın Şimşek’e olan güven kaynaklı saygımdır. Böyle bir cümleyi niye kurdu anlayamadım çünkü Türkiye’de hububat deyince akla buğday gelir ve buğday üretimimiz 30 yıldır yerinde sayıyor. Diğer ürünlerde de bir artış yok. Ekim alanı ile oranlandığında tek artış “mısır”da kaydedilmiş. Bunun sebebi de sanayinin aşırı ilgisi ve sözleşmeli üretimin artması (Bu cümle ile sıkça tekrar ettiğim bir çözüm önerimi de belirtmiş oldum).

Kırmızı et üretiminde artış olduğu ise tamamen yanlış bilgi. 2017 birinci çeyrek üretim rakamları daha yeni açıklandı: 2016’nın son çeyreğine göre düşüş yüzde 14,1, aynı çeyreğine göre yüzde 2,3. Bunlar resmî rakamlar. Kaldı ki aylardır gıda ile ilgili en önemli tartışmalar canlı hayvan ve kırmızı et ithalatı üzerinde yapılıyor. Yıllık kırmızı et açığımız 200 bin ton, toplam ihtiyacımızın yüzde 15’ine tekabül ediyor ve bu miktarı her yıl canlı hayvan veya et olarak ithal etmek zorundayız. Nitekim Kasım 2016’da Et ve Süt Kurumuna (ESK), 500 bin baş besilik sığır ithal izni verildi ve kararnamenin altında Sayın Şimşek’in de imzası var.

“Üretimdeki dönemsel dalgalanmalar ve bunların neticesinde işlenmemiş gıda enflasyonunda gözlenen aşırı oynaklık var. Dönemsel hareketlerin gıda enflasyonu üzerindeki kısa vadeli etkilerini ortadan kaldırmak üzere dış ticaret tedbirlerini otomatik devreye sokacak ihtiyatlı bir mekanizma tasarlandı. Bu mekanizma çerçevesinde belirli şartlar oluştuğunda dış ticaret tedbirleri geçici olarak devreye girecek. Söz konusu mekanizma üretim maliyetlerini, bir önceki yıl piyasada oluşan fiyatları, uluslararası fiyatları ve cari yılda ürün bazlı rekolteye bağlı fiyat beklentilerini de dikkate alıyor.”

Cümleden anladıklarım şunlar: “Spekülasyon yapıldığını tespit edersek, ithalat yapacağız.”, “Üreticiyi korumak için destekleri arttıracağız.” İhtiyatlı yaklaşılması önemli çünkü yapılacak hata dış bağımlılığın daha da artması ile sonuçlanır. Peki, ister anladığım şekliyle ister Şimşek’in söylediği şekliyle ele alın, bunlar yeni, bilinmeyen, hiç uygulanmamış tedbirler mi? Hayır. Üretimimiz, olmazsa olmaz girdiler üzerinden zaten ithalata bağımlıyken bu dengeyi nasıl kuracaksınız?

“Ürünün hasat sonrasında ayıklanıp sınıflandırıldıktan sonra uygun şekilde paketlenerek nakliyesinin yapılmasını ve tüketiciye ulaşana kadar soğuk zincir içerisinde kalmasını hedefliyoruz. Uygulamaya ilişkin kurallar Avrupa standartlarında belirlendi ve piyasada bu standartlara uyum sağlanana kadar çeşitli teşvikler sağlanacak. Üreticilerin üretim ve pazarlama kapasitelerini artırmak, bu sayede aracılık maliyetlerini düşürmek amacıyla üretici birliklerinin güçlendirilmesine yönelik çalışmalar da sürdürülüyor. Lojistik süreçlere ilişkin tedbir ve teşvikler üreticilerin örgütlenmesini de kolaylaştıracak ve tüccara bağımlılığı azaltacak.”

Bu bakış açısındaki yanlış şudur: Komisyon, üretici örgütlerini aynı zamanda pazarlama örgütleri haline getirmeye çalışıyor. Bir zamanlar bolca vardı, yürütemediler. Uğraşmak isteyen, becerebilen üretici örgütü varsa uğraşsın, tüketici olarak önce ben desteklerim ancak üretici örgütlerinin temel görevi bu değildir. Örneğin -satış yerine- ucuz ve kaliteli girdi, uygulamalı bilgi desteği gibi alanlardaki noksanlıklar, üreticilerin daha temel ve acil ihtiyaçlarıdır. Şahsi kanaatim tabii ki. Tüccara bağımlılığın azaltılmasına çalışılması yerine de tüccar sayısının artması hedeflenmelidir.

Kayıpların önlenmesi için öngörülen soğuk zincir elbette bütün gıda ürünleri için şarttır. Buna, bilhassa meyvede, soğuk depolama da dâhil edilmelidir. Elli yıldır kurmaya çalıştığımız (son 14 yılı aynı ekiple geçti) sistemi inşallah bu defa kurmayı beceririz.

Mehmet Şimşek, son açıklamasında yer vermemiş olmakla birlikte, özellikle hububat için düşünülen iki temel tedbir daha var: Lisanslı depoculuk ve ürün borsası. Ürün borsası, çeşitli ürünlerde zaten uygulanıyor ancak etkileri tartışılır. Sorunların yıllar içinde derinleştiği ve nihayet “Gıda Komitesi”nden medet umar noktaya geldiğimize göre demek ki çözümde pek etkili olmamış.

Lisanslı depoculuk ise hem fireyi önlemek hem fiyat istikrarını sağlamak için hem de ürün borsasının olmazsa olmaz parçası olması sebepleriyle önemli. Önemli fakat son derece pahalı bir uygulama. Aslında uzun yıllardır depoculukla uğraşan bir devlet kurumumuz var: Toprak Mahsulleri Ofisi, Ofis, Türkiye’de depoculuğun piri sayılır ancak isteniyor ki bu işi özel sektör yapsın. Ticari bakımdan kazançlı olsa özel sektör çoktan yapardı. Hal böyle olunca devlet desteklemeye karar verdi ancak açıklanan destekler de yetmedi. Nihayet, TOBB ikna edildi (!). Şimdi Ofisin depoları TOBB ile ortak kullanılıyor ama bu da yetmedi. Son çare olarak desteklerin arttırılması kararlaştırıldı. Ne tarafından bakarsak bakalım, Türkiye’de sonucu uzun vadede alınabilecek bir tedbir.

Nurettin Canikli’nin açıklamaları

Gümrük ve Ticaret Bakanı Nurettin Canikli’nin Gıda Komitesi üyesi olarak, Bakanlığının yetki alanına giren konularda yaptığı açıklamalar da önemli. Bu makalede, yukarıda yer vermediğim iki farklı açıklamasına yer vereceğim:

“Ürün zinciri adım adım takip edilecek. Dijital ortamda stok ürünün izi sürülecek. Çiftçi Kayıt Sistemi ile Hal Kayıt Sistemi entegre edilecek. Çiftçi kayıt sistemindeki üretim bilgisi, otomatik olarak hal sistemine girecek. Böylece, çiftçiden markete kadar tüm zincir daha yakından dijital ortamda izlenecek. Örneğin fiyatı 5 liraya kadar çıkan patateste stok öne çıkmıştı. Ürün nerede, stokçunun elinde mi görülecek.”

Okuyunca ne kadar da basit geliyor insana değil mi? Oysa öyle değil. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Ürün Doğrulama ve Takip Sistemi (ÜDTS) kurulalı yıllar oldu. Son olarak 31 Aralık 2016 tarihinde uygulamaya başlanacağı duyurulmuştu ve bu duyuru -hafızam beni yanıltmıyorsa- beşinci erteleme idi. Yine uygulamaya başlanamadı ve 30 Haziran 2017’ye ertelendi. Yani bir ay sonra uygulamaya başlanması gerekiyor. Sabırla bekleyip göreceğiz. Yine de pek umutlu değilim çünkü gıda üretiminde küçük üretici hakimiyetinin bulunduğu ülkemizde sağlıklı bir kayıt sistemi oluşturmak kolay değil. Dolayısıyla sağlıklı olmayan kayıtlarla tedbir almaya kalkmak, küçük üreticiyi vurur.

Bir de iki hafta önce Rekabet Kurumundan gelen “Rekabeti engelleyen ve tüketicinin cebinden çalmaya yönelik her türlü rekabet ihlali, karşısında Rekabet Kurumunu bulur.” açıklaması var ki… “Tekel varsa, rekabete aykırı davranan varsa, halkın cebinden çalan varsa gerekeni yapın.” diyorum ve artık icraat bekliyorum.

Sonuç

  1. Gıda Komitesinin açıkladığı tedbirler, ithalat hariç, orta ve uzun vadede gerçekleştirilebilecek tedbirler. Dolayısıyla kısa vadede gıda fiyatlarının düşmesinde etkileri olmayacaktır.
  2. Açıklanan tedbirler yeni değil. Çoğu uzun yıllardır uygulanıyor veya uygulanmaya çalışılıyor. İçinde bulunulan dönemin şartlarına bağlı olarak faydalı olanları da oldu olmayanları da. Aynı şeyleri tekrar edip umut aşılamak yerine, “arazi toplulaştırılması ve havza bazlı üretim modeli”nin de yer aldığı Millî Tarım Projesi üzerinden kararlı adımlar atmak daha doğru olur. Herkes çözümün mümkün ancak yakın olmadığını anlamalı. Böylece, yapısal sorunlar konusunda hükümetin kararlı olduğu mesajı da verilmiş olur. Aksi takdirde kimse üzerine düşeni yapmayacak, günlük kazanç peşinde koşacaktır.
  3. Gıda Komitesinin ele aldığı konuları çok kapsamlı buldum. Bunların Komitede konuşulması normaldir ancak mevzuatında “İzleme ve Değerlendirme Komitesi” olarak tarif edilen (bunlara “koordinasyon”u da eklemek gerekir) ve olağanüstü durumlar için oluşturulan bir yapının, hem veri kaynaklarının toplanması ve değerlendirilmesinde (TÜİK devre dışı) hem de politika oluşumunda doğrudan müdahale eder hale gelmesi, hükümet “yeni bir yönetim modeli” üzerinde mi çalışıyor sorularını gündeme getiriyor. Bu düşünce sadece bana ait değil. Televizyonlarda, hükümetin, bir sorun çözme modeli olarak benzer oluşumlara yönelebileceği konuşuluyor. Böyle bir yönelimin faydadan çok zarar getireceğini belirtmem gerekiyor. Kriz zamanları için oluşturulan yapıların normal zamanlarda da kullanılması, bütün devlet mekanizmasını çalışamaz hale getirir.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz