Hayvancılığımız tehlikede

0
2028
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Bildiğiniz gibi, uzun zamandır, et ve aslında topyekun gıda fiyatlarının kısa ve orta vadede ucuzlamayacağını savunuyorum. Sebeplerini de farklı açılardan yazıyorum. Bugün, hayvancılıkla ilgili endişelerimi istatistiki veriler eşliğinde paylaşacağım. Konunun önemine binaen ve bütünlüğünü bozmamak için biraz uzattım. Sabrınızı rica ediyorum.

Hayvancılık verileri

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanımız Faruk Çelik’in, görevi teslim alır almaz, “…Hayvan sayımızın ne kadar olduğu gibi bütün tarımsal envanterin yeniden gözden geçirilmesi noktasındayız.” demesi, hayvancılık verilerinin doğruluğunun -tekrar- sorgulanmasına sebep oldu. İyi de oldu fakat şimdilik elimizde olanla yetinmek zorundayız.

Aşağıya listelenmiş veriler, meramımı anlatma bakımından geneli temsil ettiğini düşündüğüm örnekler (Detaylı listelere TÜİK’in ve GTHB’nin internet sitelerinden ulaşabilirsiniz):

  • 2000’de 67.803.927 kişi olan Türkiye’nin nüfusu,

2007’de 70.586.256, 2014’te 77.695.904, 2015’te 78.741,053 kişiye çıkmış.

(2000’den 2014’e artış yüzde14,59)

  • 2002’de 9.803.498 baş olan sığır sayısı,

2009’da 10.723.958, 2014’te 14.223.109 başa çıkmış (2015’te yüzde 1,5 azalmış).

(2002’den 2009’a artış yüzde 9,39; 2009’dan 2014’e 32,63)

  • 2004’te 16.310.848 baş olan sağılan hayvan sayısı,

2014’te 24.585.135 başa çıkmış.

(2004’den 2014’e artış yüzde 50,73)

  • 2002’de 8.408.568 ton olan süt üretimi,

2014’te 18.630.859, 2015’te 18.654.682 ton’a çıkmış.

(2002’den 2014’e artış yüzde 121,57, 2014’ten 2015’e yüzde 0,13)

  • 2002’de 1.705 kg olan sağılan hayvan başına ortalama süt üretim miktarı,

2014’te 3.029 kg’a çıkmış.

(2002’den 2014’e artış yüzde 77,65)

  • 2009’da 1.502.073 baş olan kesilen sığır sayısı,

2014’te 3.712.281 başa çıkmış.

(2009’dan 2014’e artış yüzde 147,14)

  • 2003’te 290.454 ton, 2009’da 325.286 ton olan kırmızı et üretimi (sığır),

2014’te 882.000 ton’a (toplamın yüzde 87,5’i) yükselmiş.

(2003’ten 2014’e artış yüzde 203,66; 2009’dan 2014’e 171,15).

Herkes fiyatlardan şikayetçi

Nüfusumuz son on dört yılda yüzde 14,59; kırmızı et üretimimiz son on bir yılda yüzde 203,66, son beş yılda ise yüzde 171,15 artmış. Verilere göre bolluk var ama fiyatlar düşmüyor, tüketici şikayetçi.

2002’de 80 milyon TL olan hayvancılık desteğinin, 2010’da 1,2 milyar TL, 2015’te ise 3 milyar TL olarak gerçekleştiği söyleniyor. Bunlar hibe destekler, sıfır faizli krediler dâhil değil. Yine de maliyetler yüksek ve üretici de şikayetçi.

Bolluğa ve desteklere rağmen fiyatlar neden düşmüyor? Neden herkes şikayetçi? Sebep spekülatörler mi, maliyetler mi? Bence ikisi birden. Maliyetleri -kabaca- “dışarıya girdi bağımlılığımız” şeklinde izah edebiliyorum fakat “spekülatörler” benim için soyut bir kavram. Dolayısıyla onların kimler olduğunu açıklama şerefini yetkililerimize bırakıyorum. Açıklasınlar ki hiç olmazsa bizi kimler kazıklıyor bilelim. Bu kadarına hakkımız olduğunu düşünüyorum.

İstatistik uyarıyor

Sığır sayısı, 2002’den 2009’a yüzde 9,39; 2009’dan 2014’e yüzde 32,63 artmış. Aynı süreler içinde kesilen sığır sayısı da artmış. Ne olduysa artık, 2010’da zıplamış! İkisinin aynı anda artması mantıklı görünebilir fakat…

2015’e ait verilere baktığımızda sığır sayısında yüzde 1,5 azalma görüyoruz. Neden? İki ihtimal var: Ya beklendiğinden fazla hayvan kesime gönderildi ya da hızlı artış verileri gerçekçi değildi.

Değerlendirmemize süt üretimini de dâhil ederek devam edelim:

2015’te süt üretimindeki artış da durdu. Oysa 2002’den itibaren 12 yılda yüzde 121,57 artarak rekor kırmıştı. Aslında bu duruş sürpriz değildi. 2013-14 yıllarında, verimdeki artışa rağmen süt üretiminin artış hızı yavaşlamıştı. Bunların yanında, istatistikler, çok değerli bir bilgi daha veriyorlardı: Sağılan hayvan sayısında az da olsa azalma vardı.

Ben, bu bilgilerin tamamına “istatistiğin uyarıları” diyorum.

Her ne kadar yetiştiricilik bakımından farklı yöntemler gerekiyorsa da et ve süt hayvancılığı birbirine etle tırnak gibi bağlıdır. Bana göre süt hayvancılığı daha önemlidir çünkü dişilerden hem yavru hem süt hem de et alırız. Eğer dişiler, doğurganlık ve süt bakımından ekonomik ömrünü doldurmadan kesime gönderilirse hayvancılığın geleceği tehlikede demektir.

Bu durum bir ülkenin hayvancılığı için o kadar tehlikelidir ki -uzmanlarının hesabına göre- kesime gönderilen her dişinin yerine yenisini koymak ortalama “yedi yıl” alır.

Kısaca, istatistik bize diyordu ki: “Et ile sütten elde edilen kazanç arasındaki makas et lehine fazla açılırsa, hele süt üreticisi üretime devam etmesi halinde zarar edeceğini düşünürse dişileri kesime gönderir. Üç yıldır olan budur”.

Ne yapmalı

Hayvancılığımızın en temel sorunu “milli kaynaklarımızın değerlendirilmemesi”.

Önce yemde dışarıya bağımlılıktan kurtulmak gerekiyor. Özellikle süt hayvancılığında yemin maliyete etkisi çok yüksek: Yüzde 60-65. Klasik söyleyişle “1 kg süt satıp 1,5 kg yem alınabilmeli”.

Yem konusu açıldığında, hemen, topraklarımızın yem üretimi için yeterli olmadığı gibi bir savunmayla karşılaşırız. Bir noktaya kadar doğru olabilir fakat tahıllar ve diğer bitkisel ürünlerin ekildiği alanların, son 14 yılda, 22,831 milyon hektardan19,852 milyon hektara düştüğünü nasıl izah edeceğiz? Aslında toprağımız var ama ekmiyoruz.

Toprak konusunu açmışken, hayvan otlatma alanlarımızın (mera, otlak, yayla) durumuna da bakalım. Toplam alan 14,617 milyon hektar. İstatistiklere göre uzun yıllardır büyüklükte bir değişiklik yok. Gerçek durum nedir bilmiyorum. Bildiğim, büyüklük aynı olsa bile kalitenin aynı olmadığı ve önemli bir bölümünün kullanılmadığı.

Hayvan otlatma alanları o kadar önemli ki… Hayvancılıkta maliyetleri düşürmek istiyorsak, hayvan otlatma alanlarımızı mutlaka ıslah etmemiz ve kullanmamız gerekiyor. Suni yem ihtiyacını, dolayısıyla dışarıya bağımlılığı azaltmanın en gerçekçi yolu da bu. Ucuz ve doğal et yedikleri için insanlar mutlu, para kazandıkları için üreticiler mutlu, çayırlarda özgürce dolaşıp beslendikleri için hayvanlar mutlu…

Canlı hayvan ithalatının sebeplerini de mutlaka sorgulamalıyız. Son yıllarda besilik, damızlık ve sağımlık olmak üzere, Brezilya, Arjantin, ABD, Avusturya, Yeni Zelanda ve Uruguay gibi ülkelerden canlı hayvan ithal edildiğini biliyoruz.

Getirdiğimiz hayvanların çoğu otlak hayvanı. Büyük kısmının ahırın nasıl bir yer olduğunu bilmediğinden eminim. Biz getirip ya kapalı ahıra tıkıyoruz ya da üstü kapalı açık alanda hareketsiz bekletiyoruz. Doğal olarak verimi düşüyor. Bu düşüş istatistiklere giriyor mu? Bilmiyorum. Verimi artırmak için yapay desteklere başvurduğumuzda da maliyet artıyor.

Ve en önemli soru: Kendi damızlık ve yerli ırklarımızı neden ıslah etmiyor, yetiştirmiyoruz?

Şu rakama bir bakın lütfen: 2003-2015 döneminde, devletin tarıma verdiği hibe destek 94 milyar TL (30 milyar dolar). Bunun 10 milyar TL’sini yem bitkileri ve hayvan ıslahına ayırsaydık, çoktan bu işi halletmiştik herhalde… Üretici birlik ve derneklerinin ne iş yaptığı ise ayrı bir muamma!..

Doğrusunu isterseniz bu bir “zihniyet” meselesi… 2000’li yılların başında “Coğrafyamıza uygun ‘Türk tipi’ inek yetiştirilecek.” denildiğinde, alay edenler olmuştu. Hâlbuki söylenilen ve mesajı son derece önemliydi ve doğruydu. O dönem elimizde ıslaha uygun yerli cinslerimiz de vardı.

Aradan 15 yıl geçmesine karşın, bir arpa boyu yol gidemediğimiz görülüyor.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz