Ne yiyeceğimizi şaşırdık

0
2006
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Cuma günü öğleden sonra… Otuz civarında yazar dostumuzla her hafta gerçekleştirdiğimiz kitap değerlendirme toplantısı için hazırlık yapıyorum. Önümüzdeki haftanın kitabı “Balkan Savaşlarını” anlatan bir roman. Baskı öncesindeki son değerlendirme çok önemli, bu yüzden bütün dikkatimi romana vermeye çalışıyorum fakat olmuyor. Birkaç sayfa okuduktan sonra dikkatim dağılıyor çünkü Balkan Faciası, yüreğimde hiç kapanmayacak bir yara… Hüznüm dikkatime engel oluyor.

Kısa bir müddet de olsa konudan uzaklaşmak iyi gelecek… Kitabı bırakıp televizyonun kumandasını alıyorum. Maksadım, genellikle -sesini de kısarak- gün boyu açık tuttuğum ekonomi kanalından gelişmeleri takip etmek. İlk açılan kanal, çok seyredilen bir ulusal kanal… Tam değiştirmek için kumandanın düğmesine basacakken “gıda” konusunda konuştuklarını fark ediyorum.

Aykırı ol ki meşhur olasın

Şık giyimli, yakışıklı hoca³ -ellerini ve kollarını konuyla ilgisi olmayan bir abartıyla sağa sola, aşağı yukarı savurarak- mealen şunları söylüyor: “Sütün, kilo yaptığı gösterildi.” Kim, ne zaman, nasıl araştırdı belli değil. Sunucu şaşkın; emin olmak istiyor ve “Kilo mu yapıyor?” diye soruyor. Şaşırmakta haklı çünkü süt kilo aldırmaz.  Sorusuna garip bir cevap geliyor: “Eskiden olsa obeziteyi önlüyordu ama artık hayvanlar doğal beslenmediği için süt şişmanlatıyor!” Yok, olmadı! Sunucu hâlâ ikna olmamış gibi bakıyor. Hocanın el kol hareketleri hızlanıyor ve ağzından beni çileden çıkaran kelimeler dökülüyor: “Süt, annelerin çocuklarını beslemesi için yaratılmıştır. Bunun için canlılar belli bir yaştan sonra süt içmez.”

Hoca bize açıkça diyor ki: “Süt, ayran, kefir içmeyin; yoğurt, peynir, kaymak, tereyağı yemeyin.”

10 dakikada 69 sosisli sandviç

Diğer hoca “şekere, ekmeğe, zeytine, tereyağına, yumurtaya ve elmaya” takıntılı. Abartmayı adeta misyon edinmiş. Şeker karşıtlığı had safhada… Bu sebeple tam buğdaylısı, glutenlisi, beyazı; pastası, böreği, bazlaması fark etmiyor, unlu mamullere tümden karşı. Bitmedi… “Bal, pekmez, hurma yemeyin.” de diyor. Şekerli oldukları için “kanser“ yapıyorlarmış.

Ona göre tereyağı bol bol, yumurtanın 10’u birden bir oturuşta yenmeli. Son olarak kahvaltıda 71 zeytin yedi ve itirazlar gelince de bu yaptığını savundu: “Yedim ama bir şey olmadı.” dedi. Onun bu savunması bana, AB’de, 10 dakikada 69 sosisli sandviç yiyerek şampiyon olan Joey Chestnut’u hatırlattı. Şimdi Chestnut ortaya çıkıp, hocaya inat, “Herkes bir oturuşta 69 sandviç yiyebilir. Ben yedim, bir şey olmadı. Çok da sağlıklı!” dese ne olur acaba…

Hoca, Elma’nın “zehir” olduğu iddiasına İbn-i Sina’yı da ortak etmeye çalışıyor. İbn-i Sina, “Elma zehirdir.” demiş mi? Araştırdım. Hazır bakmışken, bal ve tatlılar hakkında neler demişse onlardan birkaçını da not aldım ve paylaşıyorum:

“Elma, C ve E vitamini yönünden zengin. Kalp sağlığını korumaya yardımcı.”¹

“Kurutulmuş gül yapraklarını balla karıştırıp cam bir kaba koyarak 40 gün güneş altında bekletin. Bu karışım özellikle mide ve bağırsak ağrılarına iyi geliyor.”¹

“Astıma bal-badem…”²

“Cinsel isteksizlikte bal (…) yedirilir.”²

“Tatlılar iki türlüdür. Ballı ve hamurlu. Ballı olanlar (…) sindirime yardımcı olur. Hamurlu olanlar katıdır, sindirimi ağırdır. Damar ve eklem tıkanıklarına sebep olur. Tatlılar kan yapıcıdır, cinsel iktidara yardımcıdır.”²

“Yemek ekşi ise yanında tatlı yemesi zorunludur. Tatlının yanında ekşi de böyledir.”²

Şeker içeriği zengin bir sürü meyvenin, ekmeğin, balın beslenmedeki yeri ve hangi hastalıklara iyi geldiği de yazılı İbn-i Sina’nın kitaplarında.

Meyve suyu yerine şarap için

İçlerinde bir tanesi var ki sapla samanı iyice karıştırmış… Tavsiyeleri akıllara zarar:

“Yemeğin yanında meyve suyu içmeyin, “şarap” için.

“Yağsız bir kuzu şiş yeseniz, yanında da bir bardak şarap içseniz hiçbir damar sertliği olmaz.”

“Eğer din alkolü kesin bir şekilde yasaklıyor olsaydı, yediğimiz her meyvede çok az miktarda alkol var, meyveyi de yasaklardı.”

“Alkol sınırını Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) belirledi. Alkol karaciğer için bir toksik maddedir. Bu kesin. Bu toksik maddenin karaciğerde zararlı etkisi ortadan kaldırılıyor ama karaciğerin de bir sınırı var. Erkekte bu sınır, günde 20 gram alkoldür. Kadında ise yarısıdır; 10 gram.”

(Önce meyvelerin içeriğinde bulunan çok az miktardaki alkolden hareketle alkolün kullanılmasına Allah’ın izni olduğu fetvasını veriyor. İzin verilen miktarın sınırını belirleyen ise DSÖ. Mantığa bakar mısınız! Alkolün bağımlılık yapma etkisinden hiç bahsetmiyor. Bu arada DSÖ’ye olan güvenini belirtmiş oluyor. Halbuki kendisi, DSÖ’nün gıda tavsiyelerini sürekli eleştiren koronun daimi üyesi. İşlerine gelince öyle, gelmeyince böyle.)

Himalaya Tuzu sadece bizde

Son örneğimiz, tam bir pazarlama uzmanı. Onun alameti farikası “tuz”… Önce tuzun ne kadar zararlı olduğunu anlatıyor. Tam siz kesin olarak ikna olmuşken, birdenbire “Himalaya Tuzu”nun nimetleri konusunda konuşmaya başlıyor ve -sıkı durun- cebinden kibrit kutusu büyüklüğünde bir cisim çıkarıp, yalıyor! Tahmin ettiğiniz gibi, bu bir Himalaya Tuzu parçası. “Ben bunu cebimde taşıyorum, arada sırada böyle yalıyorum. Çok faydalı.” diyor. “İyi de Hocam, Himalaya Tuzu’nu nereden bulacağız?” Hoca bu soruyu sabırsızlıkla beklediği için derhâl cevap veriyor: “Biz getirtip satıyoruz.”

Hocalar, belli konularda aynı görüşleri savunuyormuş gibi görünseler de öyle değil… Aynı kesimleri düşman belledikleri için birlikte saldırabiliyorlar, o konuda iyiler. Gıda tavsiyesine gelince iş değişiyor. Örneğin birinin diyet kitabında “İstediğiniz kadar meyve yiyin.” yazıyorken, diğerininkinde “kesinlikle yemeyin” deniyor. Biri “yağsız kuzu şiş” tavsiye ederken, diğeri “Eti, mutlaka yağıyla yiyin.” diyor.

Doğal gıda nedir

Şimdi lütfen hafızanızı yoklayın. Hocaların bizi yönlendirirken kullandıkları cümleler içinde hatırınızda kalanlar hangileri? Ben yazayım, bakalım katılacak mısınız:

  1. Doğal gıdalarla beslenin.
  2. Dedenizin, ninenizin yediklerini yiyin.

Tamam, peki, doğal gıdalarla beslenelim de biz bunu zaten biliyoruz. Sizce, dünyada yaşayan 7,4 milyar insanın içinde doğal gıdalarla beslenmek istemeyen biri var mıdır? Yoktur. Buna rağmen “doğal gıda”larla beslenemiyoruz. Niçin?

Aslında önce “doğal gıda”nın tarifi yapılmalı. Sonra da bunun ne kadar mümkün olduğu sorgulanmalı. Günümüzde “doğal gıda”nın tarifi yok ve maalesef kontrolü de imkânsız. Doğallık, etiketteki fahiş fiyat konusunda alıcıyı ikna etmek için kullanılan bir aldatmaca haline gelmiş. Gidin pazara, markete bakın, “doğal veya organik” diye satılanların fiyatı diğerinin kaç katı.  Peki, “doğal” denilenin doğal olduğundan emin misiniz? Hayır. Dolayısıyla doğal tanımlamasını hiçbir gıda için kullandırmamak gerekir; organik yeterli çünkü sertifikalı ve kontrol altında. Fiyatların pahalılığı ayrıca sorgulanmalı.

“Doğal”a itirazıma itiraz edenler var. Bunlar köyden gelen etin, sütün ya da sebzenin, meyvenin doğal olduğunu sanıyorlar. Vardır da o kadar azdır ki… Kendiniz yetiştirmemişseniz asla emin olamazsınız. Mutlaka yem, illa gübre, kesinlikle ilaç kullanılıyor. Asıl tehlike ise bunların bilinçsiz kullanılmasında… Küçük üretici, bilinçli hareket etmek istese bile yapamaz. Örneğin hayvanlarının sürekli veteriner kontrolünde olmasının küçümsenemeyecek bir bedeli var.

Ayrıca doğal üretim yapıldığı varsayılan tarım alanlarının çoğu küçük ve iç içe… Meyvelerle sebzeler aynı alanlarda yetiştiriliyor. Meyveyi ilaçladığınızda sebzeleri de meyve ilaçlarıyla ilaçlamış oluyorsunuz. Doğal olarak hayvanların otladığı alanları da. Siz ilaç kullanmasanız bile komşunuzun kullandıkları, esintilerle size de geliyor. Hayvani gübre çok az kullanılıyor çünkü artık küçük ilçelerde hatta köylerde bile geçimlik hayvancılık yapılmıyor.

Doğal gıda bulabilir miyiz

Durum böyle olmasına rağmen tavsiyelerinden örnekler sunduğumuz hocalar, doğal gıdalarla beslenmemiz konusunda ısrar ediyorlar. “Tamam da nereden alalım doğal gıdayı?” diye sorduğumuzda ise tuhaf cevaplar veriyorlar:

“Sütü Şile ve Çatalca’dan, eti Sakarya’dan, unu Afyon’dan alabilirsiniz! Hafta sonları binin arabanıza gidin; hem ailenizle piknik de yaparsınız hem alışveriş! Unu Afyon’un bilmem ne ilçesinin bilmem ne köyündeki taş değirmenden alın. Taş değirmende üretildiği için o un doğal! Biz doğal gıdayı arayıp buluyoruz da siz neden bulamıyorsunuz?”

İçinizde bu cevapların normal olduğunu düşünen var mı? Olmaz ya, memlekette bin taş değirmen olsa, kapınıza da komşu olsa, kime yeter onların üreteceği un? Akıl bu tekliflerin neresinde, ahlâk neresinde?

Dedenizin, ninenizin yediğini yiyin

Madem öyle, önce onlar ne yer, ne içerdi bir hatırlayalım. Herkes kendi dedesi ve ninesini düşünsün.

Benim dedem ve ninem bal yer, pekmez içerdi; bol bol da ekmek yerlerdi; beyaz pirinç pilavı ve elma her öğünde tükettikleriydi. Hamur tatlılarına bayılırlardı, helvayı ve reçeli de çok severlerdi.

Doğru; ninemiz yoğurdunu kendi yapardı ama sütü de kendi hayvanından kendisi sağardı. Hayvanı hasta mı sağlıklı mı bilirdi. Sağımdan önce hayvanın memelerini kendisi temizlerdi. Süt kaplarının temizliğini kendisi yapardı. En önemlisi, sütü sağar sağmaz hemen kaynatırdı.

Bu örnekler, bazı hocaların toplumdan ne kadar kopuk olduklarının da göstergesi…

Kimi, niye eleştiriyorum

Doğrusunu isterseniz ben, kimsenin ne yiyip içeceğine karışmam. Atalarımın yediklerini yemekten hoşlanırım ama her yediklerinin sağlıklı olmadığını da bilirim. Sorgularım. Sağlıklı olmadığına inandıklarımı yememeye çalışırım.

“Eleştirdiğin Prof., Doç, Dr. unvanlı bu kişilerin yaptığı da aslında sorgulamak değil mi?” diye sorabilirsiniz. Unvanlarına yakışır bir tavır içinde olsalardı, söylediklerini bilim insanı sorumluluğunun bir gereği olarak görebilirdim fakat maalesef bu tavrı hiç bir zaman göremedim. Bilim insanlarına yakışmayan üslupları, desteksiz iddiaları, alaycı tavsiyeleri, kendilerine ait hiç bir bilimsel çalışmaları olmaması, çelişkili bilgiler vermeleri, meslektaşlarını da içine alan toptancı suçlamaları, tüccar gibi davranmaları beni hep rahatsız etti. Böyle insanların tavsiyelerini de asla ciddiye almam.

İsim vermemiş olmamı yadırgamayın. Kişilerle işim yok. Zaten kimlerden bahsettiğimi de anladınız sanırım. Benim itirazım ilkesel. Yine de bu gidişle isim vermek zorunda kalacağım galiba çünkü açıkça insan sağlığıyla oynuyorlar.

Sağlıklı beslenmenin formülü

Yıllardır gıda sektörünün içinde bulunan birisi olarak sayısız tıp doktoru, diyetisyen ve gıda mühendisi ile sağlıklı beslenme konusunu konuştum. Sonunda ortaya dört maddelik ilkeler bütünü çıktı. Şimdi bunları sizlerle paylaşıyorum:

  1. Kontrol edilmemiş gıdayı satın alma. İzni ve onayı olsun. Üreticisini bil. Son tüketim tarihine bak. Kapıdan kapıya alışverişlerde, sadece çok iyi tanıdığın ve güvendiğin insanların ürettiklerini satın al.
  2. Beslenmende mevsimlik gıdalara öncelik ver.
  3. Mecburiyetler dışında hiçbir gıda diğerinin yerine ikame edilemez çünkü vücudumuz her gıdadan farklı şekilde faydalanır. Dolayısıyla -özel bir hastalığın sebebiyle doktorunun yasakladıkları/önerdikleri ve inancına aykırı olanlar hariç- her türlü gıdayı ayırım yapmadan tüket fakat ölçüyü kaçırma.
  4. Yeterli ve dengeli beslen. Sağlıklı beslenmenin formülü budur.
Kaynaklar:
¹Güvenç Ayar, İbn-i Sina Sağlık Reçeteleri, Ufuk Yayınları
²El Kanun El-Sağir fi’t Tıbb (Küçük Tıp Kanunu, Yayına Hazırlayan Prof. Dr. Kadircan Keskinbora, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları
³Hoca, tabirini bahsi geçen kişilerin unvanlarından dolayı kullandım.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz