Tavuklara kim bakıyor?

0
1474

Amerika gıda güvenliği sistemi o kadar karmaşık ki bu sorunun cevabını verebilmek neredeyse imkansız. Peki, bundan bir çıkış yolu var mı? ABD’nin önde gelen haber yayıncılarından Politico, bu önemli konuyu ABD kongre üyeleri, uzmanlar ve yetkili isimlerle masaya yatırdı.  

“Modern Amerika’nın gıda güvenliği sistemi, 15 federal ajansın yanı sıra eyalet düzeyinde ajansların ve yerel ajansların, biraz karmaşık da olsa sorumluluğu altında. Ancak gıda güvenliği ve denetim sisteminin tek elden yürütülmesi konusu ABD’nin de sıcak gündeminde. Sistemdeki çok başlılık ve parçalı yapı, gıda güvenliği ve denetiminde büyük aksaklıklar yaşanmasına sebep olabiliyor. Ülkemizde de özellikle AB uyum sürecinde güçlü ve tek bir gıda güvenliği otoritesi tartışmaları ve çiftlikten sofraya tüm süreci kontrol edebilecek bir yapının kurulması gerekliliği pek çok kez önemle vurgulanmıştı. Yetkilerin tek elde olması, tek bir otoritenin gücü, bugün gıdada yaşadığımız birçok sorunun, o çok sık bahsettiğimiz bilgi kirliliğinin önüne geçebilir. Bu nedenle, ülkemizdeki tartışmalara da ışık tutması adına Politico’nun bu dosyasını “Yaşam İçin Gıda”nın sayfalarına taşıdık. Çok yakında Türkiye’deki durumu ortaya koymayı amaçlayan bir dosyanın da hazırlığı içerisindeyiz. Bu konudaki görüşlerinizi [email protected] adresine gönderebilir, dosyamıza katkıda bulunabilirsiniz. Makale hakkındaki yorumlarınızı da bizlerle paylaşabilirsiniz. Şimdilik sizi, ABD gıda güvenliği sistemini ciddi bir yaklaşımla ele alan ve değerli editörümüz Gıda Mühendisi Nazlı Akçay Eskizara tarafından Türkçeleştirilen Politico’nun “Tavuklara kim bakıyor?” başlıklı makalesiyle başbaşa bırakıyoruz.”

Tavuklara kim bakıyor? (Who’s watching the chickens?)

2010 yılında neredeyse 2,000 kişinin hastalanmasına neden olan salmonella salgınının kaynağının Iowa eyaletindeki iki çiftlik olduğu belirlenince, yarım milyardan fazla sayıda yumurta toplatıldı. Bu tarihteki en büyük yumurta toplatılması olayını Amerika’da gazeteler manşetten verdiler.

Denetleyiciler olaydan sonra bu iki çiftlikte pek çok güvenlik ihlali olduğunu rapor ettiler. Yumurtaların toplatılmasından bir ay kadar sonra gerçekleşen bir Kongre oturumunda kanun yapıcılar düzenleyicilere bu durumun neden daha önce fark edilmediğini sordu. Üstelik çiftliklerden birinin geçmişinde de güvenlik ihlali yaptığı bilgisi mevcuttu. Bu nasıl gözden kaçmıştı?

İlk başta durum utanç verici bir hata olarak görüldü. Bu denli büyük çaplı bir başarısızlık yetkililerin genel olarak dünyanın en güvenli gıda tedarik zinciri olarak adlandırdığı zincirde, federal gıda güvenliği sisteminde problemlerin bir şekilde gözden kaçtığı ihtimalini gösteriyordu. Üstelik toplatılan milyonlarca yumurta Amerika Tarım Bakanlığı kalite etiketinin basılı olduğu kartonlardaydı.

Aslında durum gözden kaçmamıştı. Tarım Bakanlığı Bakanlık baş denetçisi tarafından 2012 yılında yayımlanan bir rapor Hayvan ve Bitki Sağlığı Denetim Servisi (APHIS) yetkililerinin “yumurtalar toplatılmadan dört ay önce şirketlerin yumurta bırakma alanlarının salmonella testinin pozitif olduğunu bildiklerini” ortaya çıkardı. Bir başka ajanstan, Tarımsal Pazarlama Servisinden (AMS) bir denetçi de çiftlikleri yumurtalar toplatılmadan iki hafta kadar önce ziyaret etmiş ve “aynı şekilde sağlık önlemleri ile ilgili eksiklikler tespit etmişti”, ve bu bilgi de yumurtalar toplatıldıktan sonra Gıda ve İlaç Dairesi tarafından yayımlanan bir raporda yer aldı.

ABD Kongre Üyesi Michael Burgess
ABD Kongre Üyesi Michael Burgess

Problem denetçilerin durumu fark etmemesi değildi. Problem durumun farkında olan ajansların gıda güvenliği sisteminin o kısmını denetlemekle yükümlü olmamasıydı. Net bir şekilde ellerindeki bilgileri konuyla ilgili otorite sahibi olan ajanslarla paylaşmamışlardı.

Eylül ayında düzenlenen Kongre oturumunda konuşan Kongre üyesi Michael Burgess; “Bu denli önemi bir konuda ve bu kadar çok insan hastalanırken (tahminimiz yılda 100,000 vaka olduğu yönünde) ve bir de bu yüksek riskli bir gıda, Tarım Bakanlığı ve Gıda ve İlaç Dairesi kapsamındaki federal ajanslar arasında iletişim neden gerçekleştirilemiyor?” sorusunu yöneltti.

“Gıda ve İlaç Dairesi’nin (FDA) yetki alanı, yumurtanın kabuğunun içinde olduğu dönemle sınırlı. Tarım Bakanlığı’nın bir departmanı yumurtalar yumurtalı bir ürüne dönüştüğünde yetki sahibi oluyor. Hayvan ve Bitki Sağlığı Denetim Servisi yumurta tavuklarında salmonella olup olmadığını denetlerken, Gıda ve İlaç Dairesi bu tavukların yemlerinden sorumlu.”

Eğer Iowa’daki salgının raporları dikkatlice incelenirse ortaya çıkan durum şu, yumurtalar konusunda federal hükümet içerisinde sorumluluklar hayret verici bir şekilde paylaştırılmış durumda. Gıda ve İlaç Dairesinin (FDA) yetki alanı yumurtanın kabuğunun içinde olduğu dönemle sınırlı, Tarım Bakanlığı Gıda Güvenliği Denetim Servisi (FSIS) yumurtalar yumurtalı bir ürüne dönüştüğünde yetki sahibi oluyor. Tarımsal Pazarlama Servisi kabuklu yumurtaların kalite ve sınıf standartlarını belirliyor, Hayvan ve Bitki Sağlığı Denetim Servisi ise yumurta tavuklarında salmonella olup olmadığını denetliyor. Peki, tavukların yemleri? İşte orada devreye tekrar Gıda ve İlaç Dairesi giriyor.

ABD Kongre Üyesi Rosa DeLauro
ABD Kongre Üyesi Rosa DeLauro

POLITICO internet sitesine konuşan Kongre üyesi Rosa DeLauro; “Bu tam bir çılgınlık” diyor.

Tabi sorun sadece yumurtalarla da sınırlı değil. Modern Amerika gıda güvenliği sistemi 15 federal ajansın yanı sıra eyalet düzeyinde ajansların ve yerel ajansların biraz karmaşık da olsa sorumluluğu altında.  Örneğin Gıda ve İlaç Dairesi peynirli pizzalar ile ilgili düzenlemelerden sorumlu, etli pizzalar ise Gıda Güvenliği Denetim Servisinin alanına giriyor.

Eleştirmenler uzun zamandır sistemin artık içinden çıkılamaz hale gelen karmaşıklığının bir hataya neden olacağı yarısında bulunuyordu. Karmaşıklık her zaman hatalara neden olmaz ancak Iowa yumurta çiftliklerindeki salgın, karmaşıklığın halk sağlığını korumanın karşısında engeller oluşturabileceğini gösterdi.

Florida Üniversitesi Yeni Patojenler Enstitüsü Başkanı Glenn Morris; “Dünyada tek bir gıda ajansı olmayan gelişmiş tek ülke biziz. Bu çok çılgınca bir durum.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Olayın özüne döndüğümüzde bu, Amerika gıda güvenliği sisteminin temel hedefleri konusunda bir tartışma konusu oluşturuyor.  Her yıl gıda kaynaklı hastalıklardan ötürü 128,000 Amerikalının hastanelik olması ve 3,000 kişinin ölmesi kabul edilebilir bir durum mu? Peki, mevcut sistemi tamamıyla ortadan kaldırıp sonuçlar öngörülemezken zorlu bir geçiş döneminden geçip başarılı olup olmayacağı belli olmayan yeni bir ajansa sahip olmaya değer mi?

Tek bir gıda ajansının savunucularından olan DeLauro; “İnsanların neler olup bittiğini bilmeye hakkı var. Gıda kaynaklı hastalıklar önlenebilir ve her yıl 3,000 kişiyi kaybediyoruz. Ölüyorlar.“ diyor.
Amerika’nın modern gıda güvenliği sisteminin temeli ulusun midesini kaldıran bir kitabın basılmasına dayanıyor. 1905 yılında Upton Sinclair, Şikago’nun pislik içerisindeki et tesislerini anlatan “The Jungle” (Chicago Mezbahaları) kitabını yayımladı. Sağlığa aykırı üretim ile ilgili birbiri ardına gelen itirazlar dönemin Amerikan Başkanı Theodore Roosevelt’in bir yıl içerisinde iki yasaya imza atmasına neden oldu. Bu iki yasa ile birlikte Amerika’da gıdalarla ilgili yasal düzenlemeler konusunda ilk kez ulusal bir politika oluşturulmuş oldu.

Federal Et Denetim Yasası et üretim tesislerine hijyen standartları getirilmesini sağladı ve Tarım Bakanlığı yetkililerine bu tesislerdeki tüm karkas etleri denetleme yetkisi verdi. Seattle’dan gıda güvenliği uzmanı Bill Marler; “O zamanlar bakteri nedir onu bile bilmezdik. Tohum teorisini bugün anladığımız şekilde bile anlamazdık.” diyor.

ABD Gıda ve İlaç Dairesi, FDA
ABD Gıda ve İlaç Dairesi, FDA

Gıda ve İlaç Yasası ile gıda ve ilaçların etiketlerine bir standart getirildi ve bu yasanın ardından Gıda ve İlaç Dairesi kuruldu.

1906 yılında yürürlüğe giren bu iki yasa hala Amerika’nın gıda güvenliği sisteminin çalışma şekline yön veriyor. Tarım Bakanlığı bünyesinde yer alan ve ülkede et konusunda düzenleyici kurum olan Gıda Güvenliği ve Denetim Servisi (FSIS) 1977 yılında kuruldu. FSIS, kırmızı et ve beyaz et işleyen her tesislerde devamlı olarak bir denetleyici çalıştırılmasını zorunlu hale getirdi. İsmini 1930 yılında alan Gıda ve İlaç Dairesi gıda tedarik zincirinin geri kalan %80’inin tamamını denetlemekle yükümlü. Ancak, kısmen bu iki ajansın sorumluluklarının farklı olması nedeniyle zamanla iki ajansta da çok farklı bir kültür gelişti. Örneğin Gıda ve İlaç Dairesi’nde denetçi olabilmek için üniversite mezunu olmak gerekirken Gıda Güvenliği ve Denetim Servisi denetçilerinin üniversite diplomasına sahip olmaları zorunlu değil.

Gıda ve İlaç Dairesi ve Gıda Güvenliği ve Denetim Servisi’nin yanı sıra gıda güvenliği siteminden 13 ajans daha sorumlu. Gümrük ve Sınır Koruma (CBP) ithal edilen gıdaların, bitki ve canlı hayvanların denetlenmesinden sorumlu. Çevre Koruma Ajansı (EPA) gıdalarda pestisit kalıntıları konusunda düzenleyici kurum. Hastalık Koruma ve Kontrol Merkezi (CDC) gıda kaynaklı hastalıkları ve salgınları takip ediyor ve bu konuda veri yönetimini sağlıyor. Hububat Denetim, Ambalajlama ve Depolama Yönetimi (GIPSA) hububatlar ve ilgili tarımsal ürünler için kalite standartlarını belirlemek ve denetimleri gerçekleştirmekle yükümlü.

Eyaletlerin kendi ajansları ve yerel ajanslar da gıda güvenliği sisteminde önemli bir yere sahip. Ancak bu ajansların federal ajanslarla ilişkileri en iyi durumda bile değişkenlik gösteriyor. Gıda ve İlaç Dairesi tarım alanında pek çok eyalet ajansıyla birlikte çalışmalarını gerçekleştirirken Gıda Güvenliği ve Denetim Servisi eyaletlerde çoğunlukla çalışmalarını kendi başına yürütüyor.

Michigan Eyaleti Tarım Departmanı Başkanı Jamie Adams; “Gıda ve İlaç Dairesi bizim denetlediğimiz işletmeleri denetleme yetkisine sahip. Eğer yaptıkları işe bizi dahil etmezlerse farklı bir yönden ilerlemek durumunda kalabiliriz.” açıklamasında bulunuyor.

Bu bölünme, sorumlulukların çok ilginç ve garip bir şekilde paylaşılmasına neden oluyor. Bir pizzanın üzerine et eklenmesi pizzayı Gıda ve İlaç Dairesinin yetki alanından çıkartarak Gıda Güvenliği ve Denetim Servisinin yetki alanına sokuyor. Etli, ambalajsız ve tek ekmek dilimli sandviçler Gıda Güvenliği ve Denetim Servisinin sorumluluğunda ama bu sandviçe bir dilim daha ekmek eklerseniz sandviç Gıda ve İlaç Dairesinin sorumluluğuna giriyor. Gıda ve İlaç Dairesi yayın balığı dışında tüm deniz mahsullerinden sorumlu ama yayın balığı Gıda Güvenliği ve Denetim Servisinin yetki alanına giriyor. Neden? Kim bilir?

Sorumluluk dağılımı farklı farklı düzenlemelere göre hareket etmek zorunda kalan gıda işletmelerini de zor duruma sokuyor, hatta bazen düzenleyicilerin bile kafası karışabiliyor. Ancak herkes bu garip ve anlaşılamaz kuralların güvenlik konusunda önemli bir problem olduğu konusunda hemfikir. Polsinelli hukuk firması Gıda ve İlaç Dairesi uygulamaları başkanı Stuart Pape, pizza örneği konusunda; “Bu durumun bir açıklaması yok. Bu bana sistem ve sistemin eksik yönleri konusunda çok şey anlatıyor.” yorumunda bulunuyor.

Tek bir gıda denetim ajansı savunucularından bazıları Pape’in haklı olduğunu belirtiyor. 2010 yılındaki salmonella salgınında da önemi bir kez daha ortaya çıkan koordinasyon konusunun ise bu parçalı sistemin en büyük problemi olmadığını iddia ediyorlar. Tek bir gıda ajansı savunucuları daha derin ve geniş çaplı bir probleme dikkat çekiyor; bu denli fazla sayıda ajans veri toplarken tüm bilgilerin gıda kaynaklı hastalıkların izinin sürülebilmesi için başarılı bir şekilde entegre edilebilmesi neredeyse imkansız. Florida Üniversitesi Yeni Patojenler Enstitüsü Başkanı Glenn Morris; “Çok sayıda ajans veri topluyor ve çoğu zaman aynı konuda veriler farklı amaçlarla toplanıyor.” açıklamasında bulunuyor.

Amerika gıda güvenliği sistemi ile Hollanda sitemini karşılaştıran Morris, Hollanda’da sistemin son derece entegre olduğunu ve sistemin düzenleyicilere hem insan hem de hayvan mikroorganizmalarını denetlemesine imkan sağladığını ve bu verilerin birlikte kullanılması sonucunda bir salgın durumunda salgının kaynağına ulaşılabildiğini belirtiyor. Amerika’da ise bir ajans insan mikroorganizmalarının bir diğer ajans ise tavuk ve çiftlik hayvanlarından elde edilen mikroorganizmaların örneklerini topluyor. Morris; “Ancak bu iki veri tabanını bir araya getirecek ve her türlü verinin mevcut olmasından tam anlamıyla fayda sağlamamızı olanaklı hale getirecek tek bir birleşik sistemimiz yok.” açıklamasında bulunuyor.

Yani Amerika’nın gıda güvenliği sistemi tek bir sistem gibi çalışmanın yolunu bulabilirse çok daha etkili bir sistem haline gelebilir.

Sistemdeki bu bölünme karşısında gıda güvenliği ajansları, konuya dışarıdan bakan birine sadece Washington’da gerçek olabilecek gibi gözüken bir planı devreye soktu: Ajansların birbirleri ile koordineli bir şekilde çalışabilmesini sağlamak amacıyla tamamiyle yeni bir dizi organizasyon oluşturdular.

Gıda Kaynaklı Hastalıkları Etkin İzleme Ağı (FDASN) ya da diğer adıyla FoodNet;  CDC, FDA, FSIS ve 10 eyaletteki sağlık departmanları arasında işbirliğini sağlıyor. Kuruluşlararası Gıda Kaynaklı Salgınlara Müdahale İşbirliği (IFORC) gıda kaynaklı hastalık salgınlarında araştırmalarını koordineli bir şekilde yürütmek için CDC, FDA ve FSIS ile birlikte çalışıyor. EPA, FDA, FSIS ve diğer ajanslar Kuruluşlararası Kalıntı Kontrol Grubu adlı bir başka çatı kuruluş bünyesinde kimyasal kalıntılar konusunda çalışmalarını birlikte yürütüyorlar. Anlayabildiniz mi?

2011 yılında FDA, FSIS ve CDC veri paylaşımının daha etkili bir şekilde yapılabilmesi ve gıda kaynaklı hastalıklarla belli patojenler arasındaki ilişkilerin ortaya çıkarılabilmesi için strateji geliştirmek amacıyla Kuruluşlararası Gıda Güvenliği Analizi Birliği (IFSAC) adlı kuruluşlararası bir çalışma grubu kurdular.  Bu çalışma grubunun kuruluşu, üç ajans arasında bilgi paylaşımı ve gıda kaynaklı hastalıkların kökenlerinin belirlenmesinde ajansların farklı yaklaşımlarının koordine edilmesi yönünde üç ajansın birlikte attığı ilk adım oldu.

Bu organizasyonlar bir başarı olarak görülüyor, bunun tek sebebi ise bir kaç yıl öncesinde ortada hiç bir türlü koordinasyon olmayışı. Ancak yine de sistemdeki bölünme kuruluşlararası çalışması gereken IFSAC’ın etkinliğini sınırlandırıyor. Yürütülmeye çalışılan iş birlikleri tek konu odaklı oluyor, örneğin salmonella. Bu da basit bir şekilde özetlersek, gıda güvenliği sisteminin yama üzerine yama yaptığı anlamına geliyor.  Amerika’da Sayıştay’ın federal gıda güvenliği yönetimi konusundaki en son raporunda “bu mekanizmalar FDA, FSIS ve diğer ajansların kendi gıda güvenliği programlarını değerlendirmelerini ve federal gıda güvenliği hedeflerine ne şekilde katkı sağlayabileceklerini saptamalarını sağlayacak geniş tabanlı ve merkezi bir işbirliği sağlamıyor” değerlendirmesine yer veriliyor. 2007 yılından beri Sayıştay, Kongre’nin gıda güvenliği programlarını tek bir ajans bünyesinde toplamasını tavsiye eden sayısız rapor yayımladı.

Peki, böyle bir ajans nasıl olmalı?

2010 yılında bir düzineden fazla uzman Ulusal Bilim, Mühendislik ve Tıp Akademileri adına “Gıda Güvenliğinin Geliştirilmesi” adlı bir rapor hazırladı. Raporda mevcut gıda güvenliği sistemi analiz edilerek entegre bir sisteme nasıl geçiş yapılabileceği ile ilgili tavsiyelere yer verildi.

588 sayfalık rapor, hükümete gıda güvenliği sorumluluğunun tek bir ajansta toplanması tavsiyesine ve denetleme sürecinde kaynakların yüksek riskli üreticilere yöneltilerek daha risk temelli bir sisteme geçirilmesi reformunun gerçekleştirilmesi tavsiyesine yer verdi.  Ayrıca raporda entegrasyonun federal seviyede hem ajanslar arasında, hem eyaletler arasında hem de yerel departmanlar arasında sağlanması gerektiği belirtildi.

2011 yılı Ocak ayında Başkan Obama Gıda Güvenliği Modernizasyon Kanununu imzalayarak Gıda ve İlaç Dairesinin neredeyse yarım yüzyıldır yaşamadığı köklü değişimi yaşamasının önünü açtı. Gıda Güvenliği Modernizasyon Kanunu, Gıda Güvenliğinin Geliştirilmesi raporunda yer alan tavsiyeler çerçevesinde Gıda ve İlaç Dairesi’nin daha risk temelli bir sisteme geçişini sağladı. Kamu sağlığı açısından yüksek riskli kabul edilen gıda tesisleri artık her üç yılda bir denetimden geçecek, düşük riskli tesislerin denetim sıklığı ise beş yılda bir olarak belirlendi. Kanun aynı zamanda Gıda ve İlaç Dairesinin otoritesini güçlendirdi ancak kritik bir konu olan ajanslar arası koordinasyon konusunda çok bir fayda sağlamadı. Yetkililerin ihmali ve mali kaynakların yetersizliği nedeniyle kanun için  gün yüzü görmedi denilebilir. Yetkililer önemli düzenlemeleri yeni yeni bitiriyor, tüketici birlikleri ise kanunun hayata geçirilmesi sürecinin bu denli yavaş ilerlemesinden oldukça rahatsız.

Yine de tek bir gıda ajansıyla bile risk tabanlı bir sisteme geçişi söylemesi kolay, yapması zor olurdu. Örneğin Amerika Tarım Bakanlığı’nın bilişim sistemini güncelleme girişimini ele alalım. Bu güncelleme ile bir işletmenin hangi niteliklerinin tüketiciler için daha büyük bir risk oluşturduğunu gösterecek gerçek zamanlı bilgilerin FSIS denetimcileri tarafından veri tabanına girilmesi amaçlanıyordu.

Ancak işler planlandığı şekilde yürümedi.  Projeye 100 milyon dolar harcandıktan sonra denetçiler aletlerin elverişsiz olduğunu fark etti ve pek çok işletmede bağlantı sağlanamadı. Geçen yıl Ağustos ayında Tarım Bakanlığı baş denetçisi programı eleştirdi ve FSIS’ın sistemin gerçekten ajansa fayda sağlayıp sağlamayacağını tekrar değerlendirmesini talep etti. Bu verilerin toplanamaması eksiksiz bir risk tabanlı sisteme geçişi zorlaştırıyor.

“FSIS’in çok ama çok ciddi sorunları var.” değerlendirmesinde bulunan Food & Water Watch gıda kampanyasında lobi faaliyetlerini yürüten Tony Corbo; “pisliği parlatmaya çalıştılar şimdiyse paçayı kurtaramıyorlar” diyor.

Eğer Amerikan gıda güvenliği sistemi bu kadar açık bir şekilde parçalanmışsa ve Sayıştay gibi pek çok bağımsız kuruluş da daha bütünleşik bir yaklaşımı savunuyorsa, kanun yapıcılar neden bu sorunu çözmeye çalışmıyorlar? Eylemsizlik tabi ki başlıca nedenlerden biri.

Oregon Tarım Departmanı Başkanı Katy Coba; “’Eğer eyalet genelinde sıfırdan bir sistem kuracak olsak sistemi bugünkü şekliyle mi kurardık?’ diye kendimize sorduğumuzda yanıt ‘muhtemelen hayır’. Ancak sorun şu ki sıfırdan başlamıyoruz.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Washington’da her yolun sonu ‘yetki alanına’ çıkıyor ve modern gıda güvenliği sisteminin de farklı komiteler arasında bölünmüş olmak gibi bir şanssızlığı bulunuyor. Gıda ve İlaç Dairesi ve 4.9 milyar dolarlık bütçesi (ki bu miktarın 1 milyar doları gıda güvenliğine ayrılıyor) Senatoda Sağlık, Eğitim, Çalışma ve Emeklilik Komitesi ve Mecliste Enerji ve Ticaret Komitesi tarafından denetleniyor. Gıda Güvenliği Denetim Servisi ve 900 milyon dolarlık bütçesi ise Senato ve Mecliste Tarım Komiteleri tarafından denetleniyor. İki ajansın tek bir gıda ajansı çatısı altında birleştirilmesi komitelerden birinin yetkisinin ve yetkiyle beraber bütçe ile ilgili gücünün de elinden alınması anlamına geliyor. Bunun Washington’da gerçekleştirilebilmesi gerçekten zor.

DeLauro; “Kimse kendi çöplüğünü bırakmak istemiyor.” yorumunda bulunuyor.

DeLauro geçmiş yıllarda tek bir gıda güvenliği ajansı oluşturulmasını teklif eden bir yasa tasarısı sundu ve Senato’nun iki numaralı Demokratı Dick Durbin de Senato’ya benzer bir yasa tasarısını sundu. Ancak tasarılar konusunda hiç yol alınamadı. Obama 2016 yılı bütçesinde

tüm gıda zinciri üzerinde yetki sahibi olacak ve Sağlık ve İnsani Hizmetler Bakanlığı bünyesinde faaliyet gösterecek yeni bir “Gıda Güvenliği Yönetimi” konusunda bir öneriye yer verdi. Beyaz Saray  açıklamasında “Yeni ajans, her iki ajansın da başarılı uygulamalarını içeren, modern ve bilim tabanlı bir gıda güvenliği yönetim sisteminin sürdürülmesiyle görevlendirilecektir.” ifadelerine yer verildi.

Öneri gıda politikası uzmanlarından ve hatta tek bir gıda ajansı savunucularından bile farklı tepkiler aldı. Washington’da rağbet göremeyen öneriye Başkan da bu yılın bütçesinde yer vermedi.

Tek bir gıda ajansı karşıtları sorunun sadece yetki alanı olmadığı belirtiyor. Karşıtlar arasında, işleyişin durma noktasına gelmesinin yarardan çok zarara neden olacak görüşü hakim. Meyve, Sebze Üreticileri Derneği Federal İlişkiler Başkan Yardımcısı Mike Gruber, gıda yönetimlerinin sorumluklarının tek elde toplanması konusunun, Gıda Güvenliği Modernizasyon Kanunu’nun sonuçlarını görmeden ele alınmaması gerektiğini savunuyor.

Gruber; “Bu bir evin büyük çaplı bir tadilata girmesine benziyor. Her şey yerli yerine oturmadan, prizler yerine takılmadan ve yeni kilitler yeni kapıların üzerinde yerlerini almadan yeni bir tadilat sürecinden daha geçmemiz gerçekten gerekli mi?” değerlendirmesinde bulunuyor.

Öneriye karşı çıkanlar, birleşme konusunda işlerin nasıl da ters gidebileceği örneği olarak Amerika Ulusal Güvenlik Bakanlığı’na işaret ediyorlar. Zamanında iyi bir fikir gibi gözüken 22 farklı ajansı tek bir çatı altında toplama girişiminin  çabaların boşa harcanmasına ve kaynakların israfına  yol açtığı görüldü.

Tek bir gıda güvenliği ajansı fikrinin kötü bir fikir olduğunu belirten Pape; “İnsanlar ister istemez işlerini yapmak yerine; yeni düzeni anlamak, işlerin nasıl yürütebileceğini anlamak ve kime ne rapor vereceğini çözmeye çalışmak gibi şeylere bir sürü zaman harcayacaklar.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Tek bir gıda ajansı savunucuları da benzer bir bakış açısına sahip, geçiş sürecinin sancılı olacağının onlar da farkında ancak sonucun bu zorluğa değeceğini düşünüyorlar. İki büyük çaplı gıda denetim kültürü arasında muazzam farklar bulunduğu ve iki ajansı tek bir çatı altında toplamanın maliyetinin yüksek olacağı bir gerçek. Ancak bu engellerin aşılabileceği görüşündeler.

Sistem ile ilgili farklı çözüm fikirleri de ortaya atılıyor. Gıda Güvenliğinin Geliştirilmesi raporu, bağımsız bir risk analizi ve veri toplama merkezinin ajanslar arasında koordinasyonun sağlanmasına ve risklerin denetlenmesi ve belirlenmesi konusunda sorumlulukların belirlenmesine yardımcı olabileceği önerisini sunuyor. Gıda uzmanları özellikle risk ile ilgili politikalara önem veriyor çünkü risklerin denetlenmesi ve belirlenmesi konusunda iki ajans arasında doğal olarak farklılıklar bulunuyor.

Raporun hazırlanma sürecinde katkı sağlayan RTI International Kuruluşunda araştırma analizi Barbara Kowalcyk; “Eğer tek bir risk değerlendirme merkezi kurup Gıda ve İlaç Dairesinin kendi ve Tarım Bakanlığının da kendi yetki alanı dahilindeki gıdaların risk yönetimini yapmasını sağlayabilirsek, evet bu öneri işe yarar. Ama o zaman tek bir risk değerlendirme merkezini kurmuş olmanın anlamı kalmaz.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Raporun önerisi doğrultusunda başka bir gıda ajansı da kurulabilir ve bu gıda ajansı, çok farklı kültürlere sahip iki ajansı birleştirmek gibi yıkıcı bir görev edinmek yerine mevcut yapı dahilinde veri yönetim konularına çözüm getirmeye odaklanabilir.

Sonuçta tek bir gıda ajansı tartışmalarına son noktayı tek bir sorunun cevabı koyabilir: Mevcut gıda güvenliği sistemi işliyor mu? Sorunun yanıtı tabi ki beklentinizin ne olduğu ve gıda kaynaklı hastalıklar konusunda sınırınızı nerede çizdiğinizde gizli.

DeLauro; “Sistem çöküyor. Gıda güvenlik sistemimizdeki eksiklikler nedeniyle Amerikalı tüketiciler hastalanıyor, hastanelere kaldırılıyor ve hatta bazen ölüyorlar.” diyor.

Michigan Tarım Departmanından Adams ise dünyada en güvenli gıda tedarik zincirlerinden birine sahip olan bir ülkenin radikal bir değişikliğe ihtiyacı olmadığını belirtiyor.

Adams; “Dünyadaki en güvenli ve en verimli gıda tedarik zincirine sahibiz. Amerikalılar bu açıdan çok şanslı. Tabi ki bunu daha da ileriye taşıyabiliriz. Ancak kesinlikle hiç bir risk taşımayan bir sisteme asla sahip olamayız.” değerlendirmesinde bulunuyor.

Kaynak: Politico

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz