Obezite Kadar Riskli Bir Durum: Yeme Bozuklukları

0
2907
Doç. Dr. Gamze Akbulut - Gazi Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü / [email protected]

Yeme bozuklukları, obezite ile benzer şekilde son yıllarda artan bir prevalansa sahiptir. Bu hastalıkların oluşumu ve ilerlemesinde fizyolojik, psikolojik ve metabolik olarak farklı etmenler rol oynamaktadır. Hastalık öyküsü, psikiyatrik durum ve diğer hastalıklar tek başına ya da birlikte rol oynayabilir. Ayrıca değişen sosyal çevre ile birlikte dayatılan zayıflığın ideal olduğu algısı bireylerde yeme bozukluklarına olan eğilimi artırmıştır. Bu nedenle farklı etmenlerin bir arada değerlendirilmesi önemlidir.

Yeme bozuklukları, psikolojik, fizyolojik ve davranışsal tanı kriterleriyle değerlendirilen psikiyatrik hastalıklardır. Bu tanı kriterleri Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Psikiyatrik Hastalıklar Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı’nda (Diagnostic and Statistical Manual of Mental Disorder- DSM) yer almaktadır. Tanı kriterleri 2014 yılında güncellenmiş ve DSM-V kriterleri olarak yayınlanmıştır. Yeme bozuklukları Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından yayınlanan ICD-11 (The International Classification of Diseases) kriterlerinde de yer almaktadır. DSM-V kriterlerinde beslenme ve yeme bozuklukları başlığında “Yeme bozuklukları yeme ve yemeyle ilgili davranışlarla ilişkili, fiziksel ve fizyolojik fonksiyonları etkileyen, besinin tüketim ve emiliminde değişikliklerle karakterizedir” şeklinde yer almaktadır.

“Anoreksiya Nervoza, Bulimiya Nervoza, Tıkınırcasına Yeme Bozukluğu, Pika, Geri Çıkarıp Çiğneme (Geviş Getirme) Bozukluğu Ve Kaçıngan/Kısıtlayıcı Yeme Bozukluğu DSM-V kriterlerinde yer alan yeme bozukluklarıdır.”

Yeme bozukluğuna sahip bireyler genellikle vücut ağırlığı, beden ölçüleri ve tükettikleri besinler hakkında negatif tutuma sahiptir. Yeme bozukluklarına dair semptomlar tanıdan çok daha önce ortaya çıkmaktadır. Hastalık, bireyin diyetinde enerji kısıtlamasıyla başlayabilir. Bireyin yakın çevresi bireyde sebebi bilinmeyen anksiyete, stres, depresyon, gizlilik, saplantılar veya öfke gibi davranışlar sergilediğini görebilir. Yeme bozuklukları bireyin yaşamını fiziksel, sosyal ve duygusal açıdan etkileyen önemli hastalıklardır.

Yeme bozukluklarının neden olduğu tıbbi komplikasyonlar, mortalite riskini artırır. Yeme bozukluklarına bağlı mortalite oranı diğer psikiyatrik hastalıklara göre daha yüksektir. Hastalıkta erken tanı ve tedavi sürecinin hızlı bir şekilde ilerlemesi ölüm oranlarını azaltmada önemlidir. Yeme bozuklukları besin alımının kısıtlanmasının yanı sıra farklı durumları da içerebilmektedir. Bu nedenle, yeme bozukluklarının tedavisinde klinikte multidisipliner yaklaşım sergilenmelidir. Beslenme ise bu yaklaşımın çok önemli bir parçasıdır.

Yeme bozukluğu olan birey, genellikle davranış değişikliklerinin ciddiyetini farketmez ve sahip olduğu problemlerin varlığını reddeder. Problemin varlığının farkına varsa bile bu konuda bir şey yapmayı reddedebilir. Bazı durumlarda bu durumuna karşı utanç duyabilir ve yaptıklarını kimsenin bilmesini istemeyebilir. Bireyin duyduğu bu utanç, duygu karmaşası bireye destek vermek isteyen aile bireyleri ve arkadaşlarında karmaşıklığa yol açabilir. Bu durumda aile desteği çok önemlidir. Yeme bozukluklarından şüphe edilen birey, çocuk veya adölesansa destek alması konusunda muhakkak hekime başvurulmalıdır.

Yeme Bozuklukları Açısından Risk Grupları

Yeme bozukluklarının insidans ve prevelansı gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artmaktadır. Bu artışın önüne geçilmesi için risk faktörlerinin saptanması ve bu faktörlerin hasta ve toplum üzerindeki sonuçlarının değerlendirilmesi öncelikli yaklaşımdır.

Yeme bozukluklarına sahip bir bireyde klinik tanının geç konulması hastalık nedenini belirlemeyi güçleştirmektedir. Cinsiyet, etnik köken, erken çocukluk dönemindeki yeme alışkanlıkları ile obezite, gastrointestinal problemler, vücut ağırlığındaki artıştan kaygı ve endişe duyma ve olumsuz beden algısı, cinsel istismar, olumsuz benlik saygısı, psikiyatrik hastalıklar ve diğer travmalar yeme bozuklukları için risk faktörüdür. Ayrıca genetik ve nöro-biyolojik durumlar da etken olabilir. Yeme bozukluklarına sahip bireylerin %95’i kadındır. Bu bireyler özellikle 14-19 yaş arasında anoreksiya nervoza, 19-25 yaş arasında  bulimiya nervoza oluşumu açısından daha fazla risk altındadırlar.

Ailesinde yeme bozukluğu olan ya da ailesinde beslenme ve vücut ağırlığına dair olumsuz yorumlamalarda bulunan kişilerde yeme bozuklukları daha yüksek oranda görülmektedir. Ayrıca aile içi şiddet, boşanma, alkolizm, aşırı koruyucu, bağımlı davranış sergileme çocuklarda yeme bozukluğu gelişme riskini artırabilmektedir. Ailedeki obezite hikayesi de yeme bozuklukları için risk faktörüdür.

Düşük vücut ağırlığına sahip olma kaygısı olan meslek grubundaki bireylerde (model, dansçı, oyuncu vb.) ve vücut ağırlığının boy uzunluğundan bağımsız olarak önemli olduğu spor türleriyle (boks, ağırlık kaldırma, vücut geliştirme, dövüş sanatları vb.) uğraşan bireylerde yeme bozukluklarının görülme riski daha yüksektir.

Genetik faktörler, yeme bozuklukları gelişim riskini etkileyebilmektedir. Vaka-kontrol çalışmalarında çeşitli polimorfizmlerin anoreksiya nervoza gelişim riskini artırabileceği bildirilmiştir. Anoreksiya nervozalı hastalarda DRD2 geninde polimorfizm oluştuğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Ayrıca”rs17782313” geni allelindeki polimorfizmin yüksek BKİ ve aşırı yeme davranışı ile ilişkili olabileceğini gösteren çalışmalar vardır.

Genel olarak, toplumsal etkiler yeme bozukluklarının gelişiminde rol oynayabilir. Görünüş ve güzellik algısı bireyin düşünceleri üzerinde etkili olabilmektedir. Genç, uzun, zayıf veya kaslı olmak, beyaz tenli olmak gibi kavramlar toplumdaki ideal güzellik tanımlamasının bileşenleri gibi görülmektedir. Medyanın sunduğu bu güzellik algısı aslında kimsenin gerçeğini yansıtmamaktadır. Malnütrisyonun neden olduğu sağlık risklerine rağmen, moda ve medya endüstrisi bu algıyı oluşturmuştur. Moda diyetleri savunan endüstri bu algıdan yola çıkarak diyet ürünleri, yapay tatlandırıcılar, diyet suplemanları, diyet formulalar, besin gruplarının kısıtlanması, protein destekleri gibi ürünlerin kullanımını ticari çıkarlar doğrultusunda önermektedir.

Genetik ve kişisel yatkınlığı olan her bireyde yeme bozukluğu gelişmez. Ancak bazı tetikleyici faktörler hastalık gelişimine neden olabilir. Bunlar;

  • Yaşam tarzı değişiklikleri: yetişkin döneme girme, menapoz yaşına girme, yüksekokula geçme, evlilik, boşanma, iş değişikliği, taşınma vb.
  • Travmalar: aile bireylerinin ölümü, suç mağduru olma, aile içi şiddet ve/veya cinsel şiddet,
  • Mesleki stres: modellik, atletizm gibi alanlarda çalışma durumu,
  • İştahı azaltan hastalıklar: kistik fibrozis, çölyak, diyabet, virüsler vb. gibi.

Bu durumlar besin alımında kısıtlamaya neden olarak yeme bozukluğu gelişimine katkıda bulunabilmektedir. Bazı bireyler hayatlarında kontrol edebildikleri tek şeyin beslenme durumları olduğu düşüncesiyle hareket etmektedir. Düşük benlik saygısı yeme bozukluğu olan bireyler arasında yaygındır.

Yeme Bozuklukları ve Obezite İlişkisi

Obezite, yağ dokusundaki aşırı artışla karakterize kronik bir hastalıktır. Obezite ve yeme bozuklukları farklı hastalıklar gibi görünse de, benzer komplikasyonlara sahiptirler. Ayrıca ortaya çıkmalarına neden olan biyolojik, evresel ve nörokognitif risk faktörleri ortaktır.

Depresyon ve obezite birlikte seyreden komplikasyonlardır. Özellikle zayıf beden imajı algısına sahip kadınlarda depresyon daha yüksek oranda görülmektedir. Vücut ağırlığı kaybı genellikle depresyon skorlarında düşüş sağlamaktadır.   

Olumsuz beden imajı ve sağlıksız beslenme örüntüsü hem yeme bozuklukları, hem de obezite için risk faktörüdür. Beden algısı, besin alımını olumsuz yönde etkilemektedir. Genellikle bu süreç olumsuz beden algısı, kısıtlama, aşırı yeme ve vücut ağırlığı artışı şeklinde ilerlemektedir.

Özellikle tıkınırcasına yeme bozukluğu olan hastalarda obezite sıklıkla görülmektedir ve tıkınırcasına yeme bozukluğunun obezite etiyolojisinde etkili olabileceğine dair tartışmalar bulunmaktadır. Bulimiya nervoza obezitenin en çok görüldüğü ikinci yeme bozukluğudur.

Beden imajı ve Yeme Bozuklukları

Yeme bozukluklarının belirlenmesinde bozulmuş yeme davranışı ile birlikte beden imajı algısı en iyi göstergelerdir. Vücut ağırlığı ve biçimine odaklanmış beden algısı özellikle adölesan dönemdeki kızlarda ve kadınlarda yaygın olarak görülmektedir. Beden algısına dair duyulan endişe normal olabildiği gibi patolojik bir durumu da ifade edebilir. Yeme bozukluklarına sahip bireylerin duyduğu kaygı çok yönlü ve yoğundur.

Beden imajının son yıllarda üzerinde durulmasının nedeni medyanın görünüş üzerindeki etkileriyle ilişkilidir. Medyanın dayattığı zayıf model ve atletleri ideal gösteren algı, toplumun büyük bir kesimini etkilemektedir. Bu durum,aşırı zayıflığı güzellik olarak göstermekte ve bireylerde bedenlerine karşı memnuniyetsizlik oluşmasına neden olmaktadır. Özellikle genç kadınlar bu “ideal” olarak tanımlanan ağırlığa ulaşmak için vücut ağırlığı kaybına yönelmektedir. Bunun önüne geçilebilmesi için toplumu doğruya yönlendirecek rol modellere ihtiyaç vardır.

Yeme Bozukluğu Olan Bireylere Yaklaşım

Yeme bozukluğu olduğundan şüphe edilen bireye ailesinin ya da çevresindeki kişilerin yaklaşımı oldukça önemlidir. İlk olarak yapılması gereken doğru bilgiye ulaşmaktır. Bu yaklaşım şüphelerin giderilmesini sağlayacaktır. İkinci yaklaşım bireyle en uygun zamanda iletişime geçilmesidir. Bu durumda bireyi suçlayıcı bir tavırla tartışmaya girilmemelidir. Birey bu yaklaşıma pozitif cevap verebilir. Tedavi süreci bu şekilde hızlanabilir. Ancak birey problemin varlığını kabul etmeyip savunmaya geçebilir. Bu durumda da, bireyin suçlu veya utanmış hissedebileceği akla getirilmelidir.

Yapılan en önemli hatalar bireyi yemek yemeye zorlamak, en sevdiği yiyeceklerin hepsini birden aynı anda hazırlamak ve sunmak, bireyi izlemek ve  ne yediğini sorgulamaktır.

Yeme bozukluklarının tedavisinde erken tanı ve tedavi oldukça önemlidir. Bu nedenle doktor, diyetisyen ve terapistlerden oluşan multidisipliner bir yaklaşım önerilmektedir. Ekip üyelerinin yatan hastanın tedavisi ve izleminde spesifik görev ve sorumlulukları vardır. Multidisipliner yaklaşımda temel olarak doktorun rolü tıbbi değerlendirme ve izlem, diyetisyenin rolü beslenmenin takibi, terapistin rolü ise fizyolojik iyileşmeyi sağlamaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz