Kanser-gıda ve beslenme ilişkisi üzerine kapsamlı bir değerlendirme

0
1888
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Televizyonlardaki sağlık programlarını dinlemeye, gazetelerdeki sağlık sayfalarını okumaya korkar olduk.

Özellikle gıda bağlamında öyle şeyler söylüyorlar ki artık “Ne yesek kanser yapıyor.” hissine kapılıyoruz.

Söyleyenlerin adının başında prof, doç, dr, uzman gibi unvanlar olunca söylenenler daha da etkili hale geliyor.

Popüler kanser yaygaracıları

Televizyon ve basındaki kanser yaygaracılarının hemen hemen hepsini de tanıyoruz çünkü sayıları fazla değil. Televizyon televizyon, konferans konferans geziyor, söyledikleri ve yaptıklarıyla bolca haber oluyorlar.

Ben, kayınvalidem sayesinde, kahvaltı sırasında, televizyondaki sağlık tavsiyelerini sonuna kadar dinleyenlerdenim.

Manzara şu:

Örneğin pazartesi günü gelen profesörümüz, elmanın “Her gün tüketilmesi gereken muhteşem bir meyve.” olduğunu söylerken çarşamba günü gelen profesörümüz, “Zehir olduğunu, kesinlikle tüketilmemesi gerektiğini.” söylüyor.

Başka bir gün gelen profesörümüz, “tuz tüketiminin ne kadar zararlı olduğunu” anlatıyor. Ardından “hiç tüketmeden de olmayacağını, az tüketilmesi gerektiğini” ikaz ettikten sonra konu “Hangi tuz?” noktasına geliyor. Malum bir sürü çeşidi var. Profesörümüzün tavsiyesi “Himalaya tuzu”. Sunucu gayriihtiyari soruyor: “Himalaya tuzunu nereden bulacağız efendim?” Profesör cebinden yumurta büyüklüğünde bir şey çıkarıyor, onu yalıyor ve diyor ki: “Biz getirip satıyoruz. Ben sürekli yanımda taşıyorum ve arada bir böyle yalıyorum.”

Bir başkası doğal yoğurt almak için Şile’ye gitmemizi, diğeri taş değirmende öğütülmüş buğday almak için Afyon’un bilmem hangi ilçesinin bilmem hangi köyüne uğramamızı tavsiye ediyor.

İçlerinde “Bal yemeyin.” diyecek kadar bilgili (!) profesörümüz bile var.

Tavsiyeler genellikle yüksek perdeden söyleniyor. Her soruya cevap verilmiyor, “Söyledik ya!” diyeni var, kitabını tavsiye edip “Yazdım, oku!” diyeni var; “Sorabilir miyim?” diyene, dik bir şekilde “Sor!” diyeni var; “Yeter artık!” diyeni var…

Saçma ve çelişkili tavsiyelerin listesi uzun.

Hepsinin ortak noktası ise şu:

“Tavsiye ettiklerimi yerseniz/yemezseniz kanser olursunuz.”

Haberler malum:

“Yüzyılın kâbusu “kanser”. En önemli sebep, “yanlış beslenme”.”

Ben, bu durumu, hem hasta hem de çevresi için maddi ve manevi bakımlardan en zor hastalık olan kanserin, bu kişiler tarafından istismar edilmesi olarak görüyorum.

Garip olan şu ki maalesef halkımızın çoğunluğu, bilim insanı sorumluluğuna ve ciddiyetine sahip kişilere değil de bu istismarcıların söylediklerine itibar ediyor.

Yılda kaç kişi kansere yakalanıyor?

Kanserli sayısındaki artış ile gıda, doğal gıda ve beslenme ilişkisini 2 yıl önce de konu etmiştim. O zaman 2013 yılına kadar olan verileri paylaşmış ve değerlendirmiştim. Sağlık Bakanlığı, -nedense- 3 yıl önceki yayımladığı için bu makaleye Bakanlığın sadece 2014 verilerini ekleyebildim. Bir yıllık ekleme kanserli sayımızdaki ilerleme bakımından yeterli bir fikir verse de bununla yetinmeyip, yetkililerin 2014 sonrasına ait basında yer alan açıklamalarını da değerlendirmeye aldım.

Sağlık Bakanlığı, kapsamı ve kalitesi açısından ihtiyatlı yaklaşılmasını tavsiye ettiği için 2009 öncesi verileri kullanmıyorum.

Yıllara ve cinsiyete göre toplam kanser insidansı, (100.000 kişide), Türkiye

 

 

 

 

 

 

 

 

Geniş olarak bilgilendirmek amacıyla Sağlık Bakanlığının insidans verilerine “toplam kişi” sayılarını ve nüfusu da ekledim fakat kanserli sayısındaki ilerlemeyi takip edebilmek için esas alınması gereken veriler “insidans” verileri.

İnsidans verileri incelendiğinde, Türkiye’de, yıllık kansere yakalanma oranlarında “anlamlı bir artış olmadığı” görülüyor. “Anlamlı bir artış olmadığı” ifadesi Sağlık Bakanlığına ait teknik bir değerlendirme ifadesi. Değerlendirme, “Her yıl, bir önceki yıl kansere yakalanan kişi sayısı kadar yeni kişi kansere yakalanıyor. Bunun neresi anlamsız?” gibi bir soruya açık değil.

Bu noktada iki değişkene dikkatinizi çekmek istiyorum:

Nüfus artışı ve yaşlı nüfus artışı.

Hem doğum hızındaki yavaşlamaya hem de ortalama ömrün uzamasına bağlı olarak yaşlı nüfusun artışına (Son 5 yılda yüzde 15 arttı.) ve hızlı şehirleşmeye rağmen, son 9 yılda kanserli artış hızı sabitlenmiş görünüyor. Hızlı şehirleşmeyi, doğallıktan uzaklaşma ile ilişkilendiriyorum.

Kanserin sebepleri

Bu ara başlık altında önce yetkin tıp sitelerinden aldığım ortak genel sebepleri yazacağım. Ardından yeni ara başlıklar altında kanserin gıda ve beslenme ile ilişkisini ve çeşitli iddialara değinerek irdeleyeceğim. Ayrıca illere göre kanser vakası sayılarını da özellikle doğal beslenme bağlamında değerlendireceğim.

Kanser; saptanabilen, etkenleri bilinen ancak kesin sebebi bilinmeyen bir hastalık. Etkenlerin hangi durumlarda nasıl etki ettikleri de netleşmeyen bilgiler arasında. Örneğin aynı gıdayı hiç yememenin veya gereğinden az yemenin de çok yemenin de kanseri tetiklediği iddia edilebiliyor. Bu yüzden “sebep” yerine “etken” kelimesini kullanılması daha doğru fakat yaygın olarak “sebep” kelimesi kullanıldığı için ben de öyle yapacağım.

Genel olarak ifade ettiğimizde kanserin sebepleri şunlar:

Kişinin kalıtım (ırsî) özellikleri, yaşı, cinsiyeti, yaşam şekli ve çevre faktörleri.

Yaşam şekli ve çevre faktörleri neler?

  1. Sigara ve alkol kullanımı
  2. Belli saatlerde uzun süre güneş altında kalma
  3. Aşırı dozda röntgen ışınına maruz kalma
  4. Kimyasal maddelere maruz kalma (Asbest, boya maddeleri, katran, benzin vb.)
  5. Bazı virüsler
  6. Hava kirliliği
  7. Çeşitli sebeplerle radyasyona maruz kalma (Günümüzde cep telefonundan bilgisayar ve televizyona birçok alet bu kapsamda sayılıyor.)
  8. Çeşitli ilaçlar
  9. Hareketsiz yaşam
  10. Yanlış beslenme ve gıda maddeleri

Görüldüğü gibi, yanlış beslenme ve gıda maddeleri dışında birçok sebeple kansere yakalanabiliyoruz.

Bunlardan kalıtımın etkisi yüzde 20, sigaranın etkisi yüzde 30 civarında. Diğerlerinin oran olarak etkisi bilinmiyor. Buna ve kalıtım, sigara ve alkol dâhil, hiçbirinin gıda ile ilişkisi olmamasına rağmen “gıda maddeleri ve beslenme” sanki kanserin tek sebebiymiş gibi tartışma konusu yapılıyor.

Beslenme ve gıda maddelerinin etkisi

“Beslenme” konusu genellikle “yanlış beslenme” şeklinde ifade edildiği için ben de ifadeyi kullanayım.

Peki, “yanlış beslenme” ile ne kastediliyor?

Neyi tüketir veya tüketmezsek ya da hangi miktarda yahut ne zaman ve ne miktarda tüketirsek doğru veya yanlış beslenmiş oluruz?

Bu soruyu, birçok sebeple her birimiz için ayrı ayrı sormak gerekiyor.

Sormak gerekiyor çünkü tükettiklerimiz -yüzde yüz- doğal gıda maddeleri bile olsa, aşırı veya az tüketilmesi ya da hiç tüketilmemesinin farklı derecelerde de olsa kanseri tetikleyebileceği söyleniyor.

Konunun buraya kadarki kısmının çözümü “yeterli ve dengeli beslenme” ile ilgili. Diğer bir söyleyişle soruların “yeteri kadar (ne eksik, ne fazla) ve dengeli (çeşitli gıdalarla) beslenme” bağlamında tartışılması gerekiyor. Daha doğrusu, insanlara, “yeterli ve dengeli beslenme”nin tavsiye edilmesi gerekiyor.

Bu tarafından bakınca sorunu çözmek kolaylaşıyor, üstelik bunu insanları korkutmadan, yediklerini burnundan getirmeden yapmak mümkün hâle geliyor.

Yeterli ve dengeli beslenme kişinin maddi durumu ve beslenme konusunda bilinçli olup olmadığı ile ilgili.

Yani parası olmayanın kansere yakalanma riski daha fazla. Parası olup yeterli ve dengeli beslenmeyenin riski de en az onun kadar. Zengin ve fakir ülkelerdeki kanser insidansları çarpıcı biçimde bu sonucu veriyor.

“Gıdalar nasıl ve ne kadar pişirilmelidir?”den başlayıp “Isıtılıp tekrar tüketilmesinden nasıl ve ne sürede saklanması veya neyin neyle tüketilmesi ya da kaşığın tahta mı metal mi olması gerektiğine kadar” daha bir sürü soru sorabilirim ve bu yöntemler de kanser sebeplerine dâhil ediliyor fakat ben bu kadarının fazla olduğunu ve hayatı yaşanmaz hâle getirdiğini düşünüyorum.

Bu şartlar altında, televizyonlara çıkıp, birbirleriyle hatta zaman zaman daha önce söyledikleriyle çelişkili beslenme önerilerinde bulunanların “hem yaptıkları beslenme tavsiyeleriyle hem de insanların psikolojilerini bozarak kansere sebep olduklarını” iddia ediyorum.

Diğer yanda ise doğallık ve sanayinin ürettiği gıdalar konusu var. Yani yaşam tarzına göre beslenme, yeterli ve dengeli beslenme gibi kavramların “gıda” ile ilişkisi dışında ayrıca gıdanın ham veya mamul madde olarak üretim şekli hatta ambalajlar bile “gıda” kavramı içinde tartışılıyor.

“Doğal gıdalarla beslenme” önerilerinin anlaşılmayacak bir tarafı yok elbette. İlaçlı meyve sebze yemeyelim, GDO’lu ve NBŞ’li gıdalar ile tuz, şekere ve undan uzak duralım. Evde hazırlanan yemekleri yiyelim, evde hazırlanan gıdalarla beslenelim. Bunlara itiraz eden yok zaten ama örneğin ilaçlı meyve sebze, antibiyotikli süt, GDO’lu ve NBŞ’li gıdalar satılıyorsa bir ülkede ve kansere yakalanma konusundaki etkileri ispatlanmışsa bunları diğer tartışmaların önüne koymak gerekmez mi? Üretilmesine ve satılmasına göz yuman veya önleyemeyen siyasilere oy vermemek, üretilmelerine ve satılmalarına sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla birlikte karşı çıkmak, tespit ettiğimizde yetkililere şikayet etmek ve satın almamak daha etkili kanseri önleyici yollar değil mi?

“Doğal veya doğal olmayan gıdalar”ın kanser bağlamında sık sık konu edilmesi, vatandaşın bu konularda bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesine hizmet etmesi şartıyla anlamlıdır. Makalenin başında şikayet ettiğim şekilde tartışılması kafa karışıklığına hizmet eder. İnsanları “doğallık istismarcılarına” yönlendirir.

Sanayinin ürettiği gıdalar konusu ise yine tüketicinin tavrı ile doğru orantılıdır. Satın alırsanız üretir. Bütün dünyada üretilen bir ürünün, bizim sanayimiz tarafından üretilmemesini savunmak gerçekçi değildir ve bu mücadeleden bir sonuç da alınamaz ama örneğin, ürünlerinin içeriğinin ambalajında yazılı olması istenebilir. Buna tavır konulabilir. Beyan etmeyen veya yanıltıcı beyanda bulunanların ürünleri alınmayabilir.

Görüldüğü gibi, kanserin gıda ile bağlantılı kısmına çözüm bulmak ve etkilerini en aza indirmek mümkün.

İllere göre kanserden ölüm sebepleri

Yeni gelmişken kanser ile beslenme ve doğal gıdalar konusuna bir de -ikametgâha göre- ölüm sebepleri tarafından bakalım. Hatta, gıda ile yakından ilişkilendirildiği için, dolaşım sistemi hastalıklarını da değerlendirmeye alalım.

İyi ve kötü huylu tümörlerden ölümlerin en fazla görüldüğü ilk 5 ilimiz:

2012’de İstanbul, Kocaeli, Ankara, Rize ve Edirne (Sadece kötü huylu tümörlerden.).

2013’te İstanbul, Kocaeli, İzmir, Rize ve Tekirdağ.

2014’te Edirne, Kocaeli, İstanbul, İzmir ve Ankara.

2015’te İstanbul (%24,8), Rize (%24,5), Kocaeli (%24,4), Edirne (%24,1) ve Ardahan (%24,1).

2016’da Tekirdağ (%24,1), İstanbul (%23,8), Kırklareli, Eskişehir ve Van (%23,3).

Dolaşım sistemi hastalıklarına bağlı ölümlerin oranının en yüksek olduğu ilk beş ilimiz:

2012’de Burdur, Gümüşhane, Artvin, Trabzon ve Bolu.

2013’te Kırklareli, Yozgat, Uşak, Bolu ve Denizli.

2014’te Denizli, Kırklareli, Yozgat, Samsun ve Artvin.

2015’te Denizli (%53,7), Karaman (%49,8), Bolu (%48,4), Yozgat (%47,5) ve Adıyaman (%46,8).

2016’da Amasya (%50,8), Sakarya (%49,2), Aydın (%48,7), Yozgat (%48) ve Denizli (%47,7).

Eğer yanlış gıdalarla, yanlış yöntemlerle  yanlış beslenme, kanser ve dolaşım sistemi hastalıklarında ve ölümlerinde birinci sebepse “Doğal gıda.” denildiğinde ilk akla gelen Orta, Kuzey ve Doğu Anadolu şehirleri niçin ilk beş sırada ve ilk beş sıradakilerin benzer noktaları neler?

Acaba kafayı gıdaya fazla taktık da hastalıkların asıl sebeplerini ıskalıyor muyuz?

Dünyada kanser

Yukarıda, “Parası olmayanın kansere yakalanma riski daha fazla. Parası olup yeterli ve dengeli beslenmeyenin riski de en az onun kadar.” demiştim.

Kaynağım, Uluslararası Kanser Ajansı.

Örneğin Fransa, Avustralya, ABD, Kanada, Almanya, İngiltere ve Japonya’daki kanser oranları bizdekinden hayli fazla. AB ortalaması da Türkiye’den fazla.

Kişi başına gelirleri Türkiye’nin çok üzerindeki bu ülkelerde kanser vakalarının Türkiye’den daha çok görülmesini okurlarımın nasıl değerlendireceğini merak ediyorum doğrusu ama bir fikir beyan etmeden önce aşağıdaki veriye de dikkatinizi çekerim:

Gerek kanser vakalarının gerekse kanserden ölümlerin yarısından fazlası az gelişmiş ülkelerde görülüyor.

Bir tarafta gelişmiş ülkeler, diğer tarafta az gelişmiş ülkeler; ortada gelişmekte olan Türkiye!…

İsrail’de kanser yok mu?

Kanser-gıda ilişkisinde, kansere yakalanma ihtimalini azaltacağı umuduyla medet umulan bir söylenti olarak, İsrail-kanser ilişkisine değinmeden geçmek istemedim.

“Söylenti.” diyorsam da Facebook paylaşımlarından da öteye geçen, küçümsenmeyecek sayıda okuyucusu, okuyucusundan çok daha fazla etki alanı olan basın yayın organlarında konu edilen iddialar şunlar:

“İsrail’de kanser vakaları çok az görülüyor. Neredeyse kanserden ölen yok. Bunun sebebi İsrail’de kanser vakalarına kemoterapi ya da radyoterapi uygulanmaması. Tedavinin alternatif tıp yöntemleriyle (bitkisel kürler, hayvansal gıdaların tüketilmediği sağlıklı beslenme, biyoenerji) yapılması.”

“İsrail, özellikle Türkiye’ye kanser yapan tohumlar ihraç ediyor, kendileri doğal tohumlarla tarım yapıyor.”

İsrail’in devletinin insanlık düşmanı olduğu gerçeğinden hareketle, İsrail hakkında birçok iddiada bulunulabilir ancak Uluslararası Kanser Ajansında yer alan bilgilerden, her yıl, her 100.000 bin İsrailliden ortalama 280’inin kansere yakalandığını öğreniyoruz. Bu oran Türkiye’de 220 (2009-2017 ortalaması).

Yine aynı noktaya geldik: Bir yanlışa takılıp, esası kaçırıyoruz.

Eski çağlarda kanser yok muydu?

“Doğal gıdalar” konusu tartışılırken belki de en sık tekrar edilen söylem şudur:

“Çağımızın hastalığı kanser…”

Buna, “Doğanın kendisinde kansere neden olabilecek hiçbir şey bulunmadığı.” iddiasını da ekleyebilirim.

Oysa araştırmaların sonuçları ortaya farklı bir durum koyuyor.

Örneğin kaynaklar, kanser teriminin, ilk defa Hipokrat tarafından (MÖ 460-377) kullanıldığını yazıyor.  Olmasaydı kullanmazdı.

Gerçi, “Eski çağlarda kanser yoktu. Kanser çağımızın hastalığı.” tezini ispatlamak için şöyle haberler de yapılmıyor değil:

“Araştırmacılar, Antik Mısır ve Güney Amerika’daki bin kadar mumya üzerinde yapılan incelemede ‘sadece bir avuç’ eski çağ insanının kansere yakalandığını belirledi.”

Başka bir haber kanalı (İkisi de ülkemizin önemli haber kanalları.) “sadece bir avuç” yerine “sadece birinde” demiş ve ifadeyi araştırmacının ağzından vermiş.

Sanıyorum bir tercüme hatasıyla karşı karşıyayız. Araştırmanın orijinalini bulup doğrusuna bakabilirdim fakat gerek görmedim çünkü “bir de olsa, bir avuç da” yüksek oranda kanser vakasıyla karşılaşılmış olduğunu ispatlamanın kolay olduğunu düşündüm.

Şöyle ki:

Bin mumyanın bir avucunun kanserli olduğu tespit edilmişse, yuvarlak hesap “10 vaka” ile karşılaşılmış demektir. Bu da günümüz hesaplama yöntemi olan insidans üzerinden ifade edildiğinde 100.000 mumyanın 1000’inde kanser vakasına rastlandığı anlamına gelir ki bu oran günümüz Türkiye’sinde 220’dir. Buradan da “Eski çağlarda insanlar bugünkünün en az 4 katı fazla kansere yakalanıyorlardı.” sonucu çıkar.

Diğer tercümedeki gibi “1000’de 1” vakaya bile rastlamış olsalar, 100.000’de 100 kanserli eder ki hiç de küçümsenecek bir miktar değildir. Kaldı ki bunların elit tabakadan olduğu anlaşılıyor ve avamın durumunu bilmiyoruz. Ayrıca çağları itibarıyla doğal beslendiklerine de neredeyse şüphe yok.

Dolayısıyla kanserin “çağımızın hastalığı” tezine şüpheyle yaklaşmak gerekiyor.

İlk bulguların milattan önce 3 bine dayandığını, kanserin Dinazorlarda da görüldüğünü ispatlayan çalışmalar da var.

Bu çalışmalar da “Doğanın kendisinde kansere neden olabilecek hiçbir şey bulunmadığı.” iddiasına şüpheyle yaklaşmamızı gerektiriyor.

Sonuç:

Kanserin sebepleri konusunun yeni baştan ve ciddiyetle, geniş bir katılımla ve kapsamlı bir şekilde ele alınması ve organizasyonun da resmî otorite eliyle yapılması gerektiğine inanıyorum.

Halkı yanlış yönlendirenleri engellemek için hukuki yollar yeterli değilse bile, bilimsel bilgilendirmelerle onların söylemlerinin önüne geçilmelidir.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz