İstihdam, büyüme ve üretimde sürdürülebilirlik

0
1855
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Söylemekte zorlanıyor olsam da “sürdürülebilirlik” kelimesini seviyorum.

Genellikle doğal hayatın ve insan yaşamının korunması söz konusu olduğunda gündeme gelse de madalyonun diğer yüzünde ekonomik yaşam var. Hangi açıdan bakarsak bakalım, sürdürülebilirlik, işimizin, kaynaklarımızın ve sahip olduklarımızın gelişerek devam ettirilmesini ifade eden bir kelime.

İşsizlik ve istihdam artışı

İşsizlik verileri nasıl hesaplanıyor enine boyuna anlatmayacağım. Bir hayli karışık ve hatta bana göre tuhaf! Kendi içinde tutarlı olduğunda bile ülkeler arası karşılaştırmalarda yanıltıcı. Bu yüzden verilerin rakamlarla ifade edilmesi kadar (nicelik), bu rakamların gerçekte ne anlama geldiğinin (nitelik) de anlaşılması gerekiyor.

TÜİK, yeni işsizlik verilerini 15 Nisan’da yayımladı. Geçen yılın aynı dönemine göre işsiz sayısı 31 bin kişi artmış fakat işsizlik oranı 0.2 puan azalmış. İşsiz sayısı artmış olmakla birlikte 821 bin işsize iş bulunmuş.

“Ekonomik veriler ışığında bu mümkün mü?” tartışmasını siyasetçilere bırakıp, hesaplama yöntemi ve verilerin kesimlere (sektörlere) dağılımı üzerinde durmak istiyorum:

Türkiye’de 15-64 yaş grubunda iş gücüne katılım oranı yüzde 55,4 iken OECD ülkeleri ortalaması yüzde 73.

Bir ülkede iş gücüne katılım oranı ne kadar düşükse, işsiz sayısı o kadar az görünür. Bu durum ülkemizdeki gerçek işsiz sayısını ve işsizlik oranını bilmemize engel oluyor. İşsizlik konusunda diğer ülkelerden daha iyi veya kötü durumda olduğumuzu söyleyebilmemiz için de önce iş gücüne katılım oranlarını eşitlememiz, hesaplamayı bunun üzerinden yapmamız gerekiyor. Böyle yapılmadığında, veriler sıralar rakamlar olmaktan öteye bir anlam taşımıyor.

Açıklanan verilere göre, istihdam edilen 821 bin kişinin yüzde 54,8’i hizmetler kesiminde yer almış. Önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıldığında hizmetler kesiminin istihdam edilenler içindeki payı 1,5 puan artarken, tarım kesiminin payı 0,7 puan, sanayi kesiminin payı 0,8 puan azalmış, inşaat kesiminin payı aynı kalmış.

Hizmetler kesiminin payı üzerinde ayrıca düşünülmeli çünkü “hizmetler kesimi” ile “tarım ve sanayi” dışındaki kesimler kastediliyor. Üretime değil tüketime yönelik kesimler…

İstihdam edilenlerin ne kadarının devlette istihdam edildiği de önemli tabii…

İstihdam artışı, esas olarak sanayide ve özel kesimde gerçekleşmediği müddetçe sürdürülebilir değil.

Büyüme

Özellikle 2008’de başlayan ve bütün dünyayı içine alan ekonomik krizden beri en fazla odaklandığımız ve tartıştığımız konu, büyüme: Şu ülke şu kadar büyüdü, öbürü bu kadar büyüdü ama biz acayip büyüdük!..

Tıpkı işsizlik verilerinde olduğu gibi büyüme verilerinin de nicelik ve nitelik olarak birbirini desteklemesi gerekiyor.

Örneğin büyümenin ne kadarı özel kesimden kaynaklandı, ne kadarı devletten; ne kadarı üretimden kaynaklandı, ne kadarı tüketimden; ne kadarı ithalattan, ne kadarı ihracattan? İhraç ettiklerinizin ne kadarı ithalata dayalı; ne kadarı tarım, ne kadarı sanayi ürünü; tarım ürünlerinin ne kadarı ham mal, ne kadarı mamul mal; sanayi ürünlerinin ne kadarı yüksek teknoloji ürünü? Neleri, niçin ithal ediyoruz?

Maalesef yıllardır özel kesimin büyümeye katkısı düşük, hatta çok düşük. Nedeni sorgulanmalı… Devlet, büyümenin lokomotifi durumunda. Bu da sorgulanmalı yani hem devletin büyüme içindeki payı hem de devlet katkısının dağılımı.

Enflasyonun ve ücret artışlarının, hatta Suriye’den gelen göçmenlere harcananların büyümeye katkısı da hesabın içinde olmalı.

Ayrıca şirketler bazında, “Kâr ederek mi büyüyoruz;  öz sermayemizle mi, borçla mı?”, “Borç miktarları ve vadeleri nasıl, ödeme güçlüğü var mı?” gibi soruların cevapları da verilmeli.

Hatta iç tüketimdeki artışın niteliğini anlamak için “hane halkı borçluluğu verileri” de bilinmeli.

Ne kadar detaylandırırsak o kadar sağlıklı sonuç elde ederiz.

Konuya böyle detaylı yaklaşınca görüyoruz ki büyümemiz sürdürülebilir değil. Bir tarafı yaparken diğer tarafı bozuyoruz.

Üretim

Üretim deyince ilk akla gelen, reel kesim. Üreten kesim yani. Ben ise bilgi üretmeyi öne alıyorum. Bilgi üretilecek, tarım ve sanayi üretimine uygulanacak, yüksek katma değerli ürünler üretilecek. Benim üretimden anladığım bu.

Gelişmiş ülkelerin, “Dördüncü Sanayi Devrimi”ni konuştuğu bir dünyada bilimsiz bir üretimden bahsetmek sürdürülebilir değil.

İşin vahim tarafı, dünyada bunlar olurken, Türkiye’de imalat sanayisinin GSYİH içindeki payı yüzde 15’e kadar düştü.

Ayrıca üretimde verim, makine kalitesi ve yerlilik oranı, ithal/yerli ham ve ara malın üretim içindeki oranı, ürün başına harcanan enerji ve maliyetleri ile toplam maliyet, ürün kalitesi ve değeri gibi veriler de üretimin sürdürülebilirliğini anlamamız bakımından değerlendirmeye dâhil edilmeli.

Yabancılar, yeni yatırım için mi geliyor, var olanı mı satın alıyor? Dahası, yabancı sermaye, faiz-borsa-döviz üçgenine mi yatırım yapıyor, üretim yapacak kalıcı fabrikalara mı?

Bütün bunlara baktığımızda sanayi üretimimiz sürdürülebilir değil.

Tarımsal üretimde, özellikle yağlı tohumları dışarıda tutarsak, üretim miktarımız oldukça iyi seviyede. Nitelik olarak baktığımızda ise dışarıda tuttuğumuz yağlı tohumların çok önemli bir tarım ürünü olduğunu ve ithalatına büyük paralar ödediğimizi görüyoruz.

Hayvancılıkta damızlık ve ıslah sorunumuz var ve hem et hem de süt üretimimiz canlı hayvan ithalatına bağlı. Yemdeki bağımlılığımız ise ayrı ve çok önemli bir sorun.

Ayrıca tarımsal havzalar ile arazi toplulaştırma projeleri bir an önce planlı bir şekilde uygulanmaya başlanmadan, otlak-mera alanlarımız ıslah edilip üst seviyede üretime açılmadan ve her yıl 100 bin hektar tarım alanının tarım dışına çıkarıldığı düşünüldüğünde tarım ve hayvancılığımız sürdürülebilir değil.

Coğrafyamızın da gücüyle üretiriz belki ama çok da pahalıya tüketiriz.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz