Ana Sayfa Yazarlar Ali Osman Mola Ciğerlerimiz yanarken kayıkçı kavgası

Ciğerlerimiz yanarken kayıkçı kavgası

0
9616
Ali Osman Mola
Ali Osman Mola / [email protected]

Orman yangınları, bilhassa 18 Ağustos Pazar günü İzmir’in Karabağlar ilçesinde başlayan ve Seferihisar ile Menderes ilçelerine de yayılan orman yangını bir haftadır yüreğimizi yangın yerine çevirdi.

Seferihisar’da başlayan yangın, üç günde söndürülebildi. Böyle durumlarda başarı veya başarısızlıktan söz etmek kolay değil. İnsan elinde olmayan bir sürü etken var, fakat şurası bir gerçek: Ülkemizde son 10 yılda yıllık ortalama 2.388 büyüklü küçük orman yangını meydana gelmiş. Çoğundan haberimiz bile olmadı. Müdahale ekipleri gerçekten de canla başla mücadele ediyorlar. Yüzde 80’inin mevsimlik işçi olarak çalıştığı da düşünülünce kendilerine gerçekten minnet borçluyuz. Uzmanlar, uçak ve helikopterlerin ilk anlarda söndürmeye etkileri olsa da yangını asıl söndürenlerin kara ekipleri olduğunu söylüyorlar.

Orman alanları imara konu edilemez (mi?)

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’ye göre İzmir yangınında yanan alan miktarı 500 hektar, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e göre ise 5.000 hektar. 5.000 iddiası önemli. Bu ülkenin bir vatandaşı olarak yanan alanın derhal havadan görüntülenip gerçek rakamın açıklanmasını talep ediyorum. Aksi halde iki taraf da “halkı bilerek ve isteyerek aldatan” durumuna düşecek.

Orman yangınlarının yaklaşık yüzde 90’ının tek bir sebebi var: Kasıtlı yakma.

Ülkemize zarar vermek için de yakılsa, yanan yerin imara açılmasını sağlamak için de yakılsa, piknikçilerin vurdumduymazlığı sebebiyle de yansa bana göre yakanların hepsi de terörist. Herhangi bir sebeple yanan yer; otel, villa yapılması gibi sebeplerle orman alanı dışına çıkarılıyorsa, buna sebep olanlar da bana göre terörist.

Ormanların rant uğruna yakıldığı ve yanan yerlerin bir kısmının imara açıldığı veya orman alanlarından bazılarının imara açıldığı gibi iddialara Tarım ve Orman Bakanımız çok kızıyor. Diyor ki:

“Anayasa’nın 169. maddesi şunu der: ‘Orman alanları imara konu edilemez’. Nokta. Anayasa ile korunan alanlardır. Yine 169. madde şunu der: ‘Burası yanıyorsa tekrar ağaçlandıracaksın.’ Bunun başka açıklaması, başka bir şeyi yok ama bunların üzerinden siyasi rant üretmeye çalışmayı kesinlikle doğru bulmuyorum. Yani devlet ormanları imara konu edilemez. Bir örneğini göstersinler bunu söyleyenler.”

Son kelimeye dikkat:

“Anayasa’nın 169. maddesi şunu der: ‘Orman alanları imara konu edilemez’. Nokta.”

“Nokta.” deyince tartışmayı sona erdirdiğinizi düşünebilirsiniz. Bakalım öyle miymiş?

Hani son cümlede “Bir örneğini göstersinler bunu söyleyenler.” diyor ya iddia sahiplerini siyasi rant üretmekle suçlayıp… Bir değil, 10 milyondan fazla örnek var.

Önce “siyasi rant” ile ilgili düşüncelerimi paylaşayım -konumuzla ilgili olmasa da- yeri gelmişken:

Ben, bu “siyasi rant” meselesine takıntılıyım. Ne söyleseniz “siyasi rant” demek âdet hâline geldi. Aslında tam olarak şöyle söylüyorlar: “Siyaset yapma!” Orman yangınını eleştirirsin: “Siyaset yapma!” Sellerin şehirleri basmasını eleştirirsin: “Siyaset yapma!” Şehit sayısındaki artışı sorgularsın: “Siyaset yapma!” Ekonomik krizi eleştirirsin: “Siyaset yapma!” Bu böyle uzar gider. Niye siyaset yapılmasın? Bunlar memleket meselesiymiş ve siyasete alet edilmemeliymiş! İyi ya, ben de bunun için eleştiriyorum işte, memleket meselesi olduğu için. Vatandaş olarak bunları sorgulayamayacaksak, adına “demokrasi” dediğimiz şey de ne ola ki? Siyasetle bir işim ve ilgim yok ama peki, var olsa? Biri bana söylesin lütfen: Siyaset, bunları sorgulamayacaksa “siyaset” ne işe yarar, “siyasetçi” ne işe yarar. Varlık sebepleri bu değil mi? Bugün bunları eleştirmemizi istemeyenler dün kendileri eleştirmiyor muydu, hatta bugün bile kendilerinden önceyi eleştirerek iktidarda kalmaya devam etmiyorlar mı? Dün de böyleydi, bugün de böyle, yarın da böyle olacak; böyle olmalı… Asıl, siyasetçiler ve vatandaşlar sözle eleştirmediği/eleştiremediği gün korkun. O zaman sözün yerini başka şeyler alacak demektir.

Bu açıklamayla “siyaset yaptığımı itiraf ettiğime (!)” göre artık gönül rahatlığı ile siyaset yapmaya devam edebilirim. Gelelim örneklere:

Örnek 1: İmar barışı-orman ilişkisi

Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’un son verdiği rakama göre “imar barışı”ndan faydalanmak için başvuran sayısı 10 milyon 250 bin imiş. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank’ın verdiği rakama göre ise Türkiye’de yaklaşık 19,5 milyon konut bulunuyormuş. Buna 1,5 milyon civarındaki iş yerleri dâhil mi bilmiyorum ama önemli değil. Hadi 500 bin de inşaat olsun. Ne etti? 21,5 milyon. İmar barışı için kaç vatandaş müracaat etmişti: 10 milyon 250 bin. Bu hesaba göre Türkiye’deki mülklerin yarısı kanuna, dolayısıyla Anayasaya uygun yapılmamış (Dahasının olduğu da kesin.). NOKTA.

10 milyon 250 bin örnek yeter ama madem konumuz orman alanlarının ranta açılması, şu soruyu da siz cevap verin Sayın Pakdemirli: Bu milyonlarca müracaatın içinde ormanlık alanlardaki mülkler için yapılmış olanların sayısı nedir ve hangileri imar barışından istifade etmiştir? NOKTA.

Örnek 2: 200 milyonluk proje yıkılıyor (!)

Son birkaç haftadır gazetelerde Bodrum’daki yapılaşma ile ilgili haberler yayımlanıyor. Kıyı şeridi öylesine iğrenç bir betonlaşma ile doldurulmuş ki fotoğrafları görünce sinirim bozuldu. Haberler üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum bölgeye gitti ve incelemelerde bulundu. Sonuç: 1611 konut (villa) ve 4 otel inşaatı durduruldu, kaçak yapıların yıkımı için 1 ay müddet verildi.

Peki, haberler yapılmasaydı ve Bakan gitmeseydi ne olacaktı? İnşaatlar devam edecekti.

Peki, Bakan gitti de ne oldu?

Siz şimdi gazetelerde “200 milyon dolarlık proje yıkılıyor” başlıklarını görünce, örneğin çoğunun kaba inşaatı bitmiş 330 adet villa ve rezidans ile 7 adet ticari alan ve 85 odalı otelden oluşan The Bo Viera projesinin tümden iptal edildiğini ve yapıların tamamının yıkılacağını sandınız değil mi?

Ben size yıkılacak olan yeri söyleyeyim:

Kaçak yapılan 1 adet asansör. Evet, yanlış duymadınız: Villalardan denize inmek için kullanılacak 1 adet asansör. O asansör olmadan insanlar denize nasıl inecekse! Dostlar alışverişte görsün.

Projenin bir bölümünde villalar birleştirilerek fazladan alan yaratılmış. Yıkılacak mı? Yıkılacakmış. Diyelim ki yıktınız, işgal edilen alanda ve görünümde değişiklik olacak mı? Hayır. Öyleyse yıksan ne olur, yıkmasın ne olur! Müteahhit biraz daha az kâr eder, o kadar! İstinat duvarları ruhsatsızmış. Yıkılacak mı? Yıkamazsınız çünkü onlar olmazsa villalar denize kayar. Bodrum katlar açığa çıkarılmış ve böylece yeni katlar elde edilmiş. Kapattırılacak mı? Bana göre hayır. Sonuçta belki biraz ceza ödeyecekler ve muhtemelen her şey aynen devam edecek. En azından ben böyle düşünüyorum. Eminim benim gibi düşünenler çoğunlukta. Umarım yanılıyorumdur. Takip edelim ve yanıltanları gönülden alkışlayalım.

Deniz 1 km uzunluğunda, 20 metre genişliğinde doldurulmuş. Bu doldurma işlemi sırasında ahtapot yuvaları ve deniz canlılarının yuvaları da yok edilmiş. Bunları geri getirebilir misiniz?

Ha diyeceksiniz ki: “Kanunlar bu işe ne diyor?” Mahkemenin biri “Bu inşaatı yapamazsınız.” diyor, diğeri “Yapabilirsiniz.” Süreç böyle devam ederken zaten inşaat bitiyor yani “atı alan Üsküdar’ı geçiyor”. NOKTA.

Turizm bölgelerine otel, villa gibi yapıların yapılmasına karşı filan da değilim. Yapılacak elbette, başka türlü kendi insanınız da ülkesinin güzelliklerden istifade edemez, fakat halkın kullanacağı alanlar birilerine peşkeş çekiliyor, imarlar değiştirilip birilerine rant sağlanıyorsa elbette karşı çıkacağım; iğrenç beton yığınlarına elbette karşı çıkacağım; alt yapısı olmayan yerlerin imara açılmasına elbette karşı çıkacağım; ağaçların ve suların kirletilmesine, kara ve denizde doğal sistemin yok edilmesine elbette karşı çıkacağım. Bu bizim hem insanlık ve vatandaşlık görevimiz hem de Anayasal hakkımız. NOKTA.

Örnek 3: Orman sınırları dışına çıkarılan yerler

“2 B”yi hatırlar mısınız? Hatırlayamayan veya bilmeyenlere ben anlatayım:

“2 B”, kabaca, “orman vasfını yitirmiş Hazine arazilerinin” sembol haline gelmiş adı. İlgili kanunun tam adı: Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi İle Hazine’ye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında 6292 Sayılı Kanun.

Kanun adındaki ifadeye dikkatinizi çekerim: “Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerler”

Sorum şu:

Bu yerler niçin orman sınırları dışına çıkarıldı? Birileri ağaçları keserek, yanan yerlere konarak gasp etti, inşaat yaptı da bu durum zamanla geri döndürülemez noktaya mı geldi? Bu olan bitenler Anayasa’ya uygun muydu/uygun mu? NOKTA.

Örnek 4: Kaz Dağları

Altın arayacağız/çıkaracağız diye dünyada Alpler’den sonra oksijenin en fazla olduğu ikinci doğal alan olarak bilinen Kaz Dağları’nda on binlerce ağacı kestiler.

Kaz Dağlarını size nasıl anlatabilirim bilemiyorum. Bilmeyenler hemen internete girip baksınlar lütfen, gitmeyenler ilk fırsatta gitsinler. Eminim öğrendikçe, o kesilen on binlerce ağacın kökleri, gövdeleri, dalları, yaprakları… Göğsünüze saplanacak.

Kaz Dağları, 1. derece doğal sit alanı. Ne demek 1. derece doğal sit alanı? “Bilimsel ve arkeolojik çalışmalar hariç, kesinlikle dokunulmaması gereken alan” demek. Bilimsel ve arkeolojik çalışmalar hariç dokunmak yasak yani. Anayasa da kanun da böyle diyor.

Peki, bu yasağa uyuluyor mu? Hayır. Çoook var da en çarpıcı, önemli ve güncel örnek Kaz Dağları.

Kaz Dağları, altın çıkarılacak gerekçesiyle (Çıkaracak olan firma Kanadalı üstelik ve işin kaymağını onlar yiyecek.) tahrip ediliyor, on binlerce ağaç kesiliyor. “Altın” deyince, “Altınımızı da mı çıkarmayalım artık?” diyenler olacaktır. Ah, sizler yok musunuz sizler? O dağların, o ağaçların, o suların, o tabiatın, orada yaşayan hayvanların, börtü böceğin, asıl “altının” onlar olduğunu size nasıl anlatsak? Keşke altından başka değerleriniz de olsa! Sadece altın mı? Ya o mermer ocakları yüzünden yok edilen doğal kaynaklarımız! Mermerden kafalara ne anlatabilirsin ki! Doyar bir gün sizin de o doymayan gözleriniz!

Peki, nasıl oluyor da kanunen yasak olduğu halde bu tahribatlar yapılabiliyor? Şöyle yapılıyor: İstisnalar var. O istisnalar “kamu yararı” şeklinde muğlak bir cümle ile ifade ediliyor. Yani siz “Hani kanunlara aykırıydı?” dediğiniz zaman, “Kanunlara aykırı bir şey yapmıyoruz ki.” diyorlar ve aslında kitabına uyduğu (uydurdukları) için haklılar da (!). NOKTA.

Kayıkçı kavgası burada da sürüyor: “İzni sen verdin.” “Yok, ben vermedim. Biz iktidar olmadan önce siz vermiştiniz.” Tencere dibin kara, seninki benden kara… NOKTA.

Örnek 5: Bir garip ağaç savunması

Malumunuz olduğu üzere ne zaman orman yangını olsa, özellikle ne zaman maden, inşaat, yol yapımı vs. için ağaç kesilse, yetkililerimizden hemen şöyle bir açıklama gelir: “Kestiğimizin şu kadar katını başka yerlere dikeceğiz.” Bununla bitmez. “Şu kadar zamanda şu kadar fidanı toprakla buluşturduk.” da derler.

Sabrınıza sığınarak süreci bilgilerinize sunuyorum:

2013’te önce 2,5 milyar, sonra 3 milyar, sonra 2 milyar 800 bin, sonra 2 milyar 700 bin fidanı toprakla buluşturduklarını söylediler. Sayı, 2015’te 3,5 milyara, ardından 4 milyara, 2018’de 4,5 milyara çıktı. Son durum bu.

4 milyar sayısı çoğumuz gibi Binali Yıldırım Bey’e de hayalî gelmiş olmalı ki “2002’den sonra 4 milyar fidanı toprakla buluşturduklarını ” söyledikten sonra şöyle devam etti: “İnanmayan gitsin saysın.”

Gitmeden saysak olmaz mı?

Olur, çünkü fidanların toprakla buluştuğu yerleri söylemiyorlar yani gidip saymamız mümkün değil.

Yine de bir hesap yapmak mümkün. Tarım ve Orman Bakanlığından yapılan açıklamada deniliyor ki:

“Türkiye’de son 10 yılda 66 bin 648 hektar alan yangınlardan zarar gördü. Yangınlar sonrasında yapılan çalışmalarla bu alanlarda 75 milyon 44 bin 830 fidan dikildi. Son 16 yıla bakıldığında ise 2002’de 20,8 milyon hektar olan orman alanımızı, 2018’de 22,6 milyon hektara çıkardık. Bu 16 yıllık süreçte, yanan alanların yanı sıra yapılan ağaçlandırma çalışmaları ile Türkiye genelinde 4,5 milyar fidan toprakla buluşturuldu.

Yani 1 hektara 1120 fidan düşüyor. Bu hesaptan hareketle, 16 yılda 1,8 milyon hektar toprağı ağaçlandırdıklarını söylediklerine göre, yaklaşık 2 milyar fidan toprakla buluşturulmuş demektir. 2 milyar nere, 4,5 milyar nere? Yarısı bile değil. Gerçekten 2 milyar fidan toprakla buluşturulmuşsa buna bile razıyım. İnşallah!..

(1 hektar=10 dönüm/dekar=10 bin metrekare)

Bir de şu tarafından bakalım:

4,5 milyar istatistiğinin içinde neler var? Örneğin binaların bahçe düzenlemeleri için dikilen ağaçlar (orman ve meyve ağacı/fidanı, süs bitkisi vs.) bu sayının içinde mi? Ya belediyelerin evinizin önündeki caddeye diktikleri? Mezarlıklara, şehirlerarası yolların kenarlarına dikilenler? Belki ekilen tohumlar bile sayılıyordur. Belki okullarda çocuklarımıza dağıtılan tohumlar da sayılıyordur.

Uzatmayayım. Tutulan istatistiklerin uluslararası standartlara uygun olup olmadığı da sorgulanmalı. Hatta “Ağaç diktik.” yerine ısrarla ve hep bir ağızdan “Fidanlar toprakla buluşturuldu/buluşturulacak.” denilmesi bile sorgulanmalı.

Bu hesabın aklanmasının tek bir yolu var:

4,5 milyar fidanı nerelerde toprakla buluşturdularsa oraların listesini yayımlamak. Yoksa öyle “Devletin şu mevkideki adamı yalan mı söylüyor?” gibi cinliklere karnımız tok. NOKTA.

Bitmedi:

Hani dedim ya bir yerden ağaç kestikleri zaman “Kestiğimizin şu kadar katını başka yerlere dikeceğiz.” diyorlar diye. Örneğin İstanbul’un Kuzey Ormanları’ndan 50 bin ağaç kesilmesine itiraz ettiniz. Hemen aynı cümle kuruluyor ama biz o “başka yerlerin” nereler olduğunu asla bilemiyoruz. Konya’ya mı, Çankırı’ya mı, Tunceli’ye mi, Edirne’ye mi, Erzurum’a mı…?

Ne oldu şimdi, 50 bin yerine yurdun başka bir yerine 150 bin bile dikmiş olmanız, İstanbul’un ormanının yok edildiği, o bölgenin ekosisteminin artık geri getirilemez şekilde değiştiği, İstanbul’da yaşayanların daha çölleşmiş, daha betonlaşmış bir şehirde yaşayacağı, daha az oksijen soluyacağı gerçeğini değiştiriyor mu? Bir yerlere ağaç dikmeniz için, bir yerlerden kesmeniz mi gerekiyor?

Şu söz size ait Sayın Pakdemirli:

“Bunun altını çizmek istiyorum. Burada yanan fidanları bir günde dikeriz hiç önemi yok ama böyle bir bitki örtüsünü böyle bir yabani hayatı ancak 50 yılda elde edebiliriz.” NOKTA

Örnek 6: THK-Tarım ve Orman Bakanlığı kavgası

İzmir’deki orman yangınına geri dönüyorum:

Soru şu: Türk Hava Kurumu’nun uçakları yerine niçin dışarıdan helikopterler kiralanıyor?

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli diyor ki:

“THK’nın 6 uçağı var, 3’ünün motoru yok. (…) THK’nin uçuşa elverişlilik sertifikalarının hiçbirine ben tamı tamına 30 yıllık pilot olarak güvenmiyorum (Bu vesileyle kendisinin 30 yıllık pilot olduğunu da öğrenmiş oluyoruz.). (…) THK uçaklarının kiralama fiyatı helikopterlerin 3,5 katı, 1 ton su atma maliyeti de 7 misli daha pahalı. (…) Bu hurda uçaklara bu zamana kadar biz 85 milyon avro vermişiz, bu sene 4 milyon avro vermedik diye mi oluyor? THK, siyasetin oyuncağı olmuş.”

Ağır eleştiriler değil mi?

Bu arada basında “Uçuşa elverişli değil.” denilen “THK uçaklarının gösteriler yaptığı” haberleri yer alıyor. Bazı basın kuruluşları buna ilgi gösteriyor, bazıları göstermiyor. Yaşasın tarafsız basın!

Kesin olan şu: THK’nın uçakları çok eski. Tamirini bile yapma sıkıntısı var. Yangında bir işe yararlar mı bana göre de şüpheli. Uçakların suya ve yangın mahalline yanaşmaları da helikopterlerle karşılaştırıldığında çok daha sorunlu. Dolayısıyla Bakan Pakdemirli’yi itirazında haklı buluyorum.

Bakan’ın haksız olduğu taraf ise şu: O halde THK ile niçin pazarlık usulü hizmet alma pazarlığı yaptınız? 4 milyon avro yerine 2 milyon avro isteselerdi, işe yaramaz ve tehlikeli bulduğunuz THK uçaklarını kiralamayacak mıydınız? Görüşüp pazarlık ettiğinize göre kiralayacaktınız.

Pakdemirli’ye şu eleştiri de yöneltiliyor: Pilotluk lisansınızı niçin sertifikalarına güvenmediğiniz THK’ya yenilettiniz? Bu soruyu ben de soruyorum.

THK siyasetin oyuncağı olmuş mudur olmamış mıdır bilemem. Oldularsa bile belli ki karşı taraftakilerle birlikte oldukları kastediliyor ve kızgınlığın sebebi bu. “Kendilerinin oyuncağı olsalardı bırakın eleştirilmeyi o uçmadığı söylenen uçakları ile birlikte göklere çıkarılırlardı.” desem yanlış bir tespitte bulunmuş olur muyum? NOKTA.

Bir de şunu anlayamıyorum:

THK bir dernek fakat sıradan bir dernek değil; bir özel hukuk tüzel kişiliği ve kamu yararına çalışan dernekler arasında. Atatürk’ün ileri görüşlülüğünün eseri olarak 1925’te kurulmuş çok önemli bir kuruluş. Kuruluş amacı, “Büyük Türk Milletinin maddi ve manevi desteğinde, Cumhurbaşkanı ve Hükümetin yüksek himayelerinde, havacılığı Türk Milletine benimsetmek ve sevdirmek üzere ilmî, teknik, turistik ve sportif alanda faaliyet göstermek.”.

Yaşım 57. Kendimi bildim bileli THK bağış toplar, hele kurban derisi söz konusu olduğunda on yıllarca tekel durumunda idi. Amaçtaki “sevdirmek, turistik ve sportif” kısmını anladım da “ilmî ve teknik” konularda havacılığımıza nasıl bir katkı yapmıştır?

(Türk Hava Kurumu Üniversitesi uzun yılların boşluğunu doldurur inşallah.)

Şimdi birilerinin THK üzerinden Atatürk’ü de karalamak için malzeme elde ettiğini zannederek bu eleştirimin üzerine balıklama atlayacağını biliyorum. Onlara “Başınıza Atatürk kadar taş düşsün!” diyerek THK yöneticilerinden de “siyaset yapıldığı” suçlamalarını ve daha fazla baskıları da göze alarak doğru dürüst (ama doğru dürüst) bir açıklama bekliyorum. Şu an itibarıyla kendilerine güvenmiyorum. NOKTA.

Örnek 7: Vatandaş neye inanıyor?

Hepsini geçtim, çıkın sokağa önünüze kim gelirse sorun. Deyin ki: Bu ülkede orman alanlarına konut, otel, yazlık vs. yapılıyor mu? Büyük çoğunluk “evet” diyecektir. Büyük çoğunluğun içinde büyük oranda iktidara oy verenler de olacaktır. Peki, niye böyle? Bunu da yönetenlerimiz bir zahmet kendilerine sorsunlar. NOKTA

Örnek 8: 30 milyon dönüm tarım arazisi yok edildi!

Dikkat etmişsinizdir, bu kadar yazdım, daha 2002’de 26,5 milyon hektar olan tarım arazilerimizin nasıl olup da 3 milyon hektar azaldığını, kaybettiğimiz 3 milyon hektar (30 milyon dekar/dönüm, 30 milyar metrekare) tarım arazisi üzerinde şu anda hangi yapıların olduğunu ve bu durumu Anayasa’nın hangi maddesi ile izah ettiklerini bile sormadım. NOKTA

YORUM YOK

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz