Mustafa Alhat: “Sahtekarlık yapan firmaların sistemden çıkarılmaması, tüketici gözünde ambalajlı markalı ürünlere güvensizliğe sebep oluyor.”

0
19352
Mustafa Alhat: “Sahtekarlık yapan firmaların sistemden çıkarılmaması, tüketici gözünde ambalajlı markalı ürünlere güvensizliğe sebep oluyor.”

“Bakanlığın 2016 yılında ilk ifşa listesini yayınlaması, tabiri yerindeyse, sektöre bomba gibi düşmüştü. Bomba, attığın yerde çok düşman öldürür ama altını çizeyim etrafa da zarar verir. Evet, pek çok sahtekâr ve işbirlikçisi tamahkârın bu liste ile afişe olmaları, işini düzgün yapan ve o dönemde fiyat tutturamadığımız için raflarda yer bulamayan bizim gibi üreticilerin yüreğine su serpmiş olsa da; o firmaların ve markaların sistemden çıkarılmaması, tüketiciler gözünde, “marketlerde hala o ürünler satılıyor, hala sahte ürün yediriyorlar” algısına ve genel olarak ambalajlı markalı ürünlere güvensizliğe sebep oluyor.”

Röportaj: Metin Ertunç / [email protected]

Tarım ve Orman Bakanlığı, geçen ay şaşırtıcı bir şekilde 2020 yılının ikinci ifşa listesini yayınladı. Yılın ilk ifşa listesi 14 Ocak’ta yayınlanmış; bu listede, 229 firmaya ait 386 parti ürün yer almıştı. İkinci ifşa listesini de bundan tam bir ay sonra Şubat ayında yayınlayan Bakanlık, bu yeni listede taklit, tağşiş yapıldığı veya ilaç etken maddesi ilave edildiği tespit edilen toplam 74 firmaya ait 99 parti ürünü internet sitesinde kamuoyuna duyurdu. Bu son listeyle birlikte, 2012 yılından bu yana 1486 firmaya ait 3301 parti ürün tüketicilerin bilgisine sunulmuş oldu.

Zeytinyağı firmaları ve ürünleri, her iki listede de dikkat çekici oranda yer alıyor. Birer ay arayla yayınlanan listelerin her ikisinde de yer alan firma ve markalar olduğu gibi, market raflarında gördüğümüz ünlü markalardan da listede yer alanlar oldu. Bu yılın ifşa listelerinde 50 zeytinyağı firması ve bunların ürettiği 80’e yakın ürün yer aldı. Bu ürünlerin bir kısmında, başka tohumlardan elde edilen yağlar, hatta trans yağ bile tespit edildi.

Sektör temsilcilerine bakılırsa, yıllardır zeytinyağında tağşişin önüne geçilemedi. Bazı zeytin üreticileri ise emeklerinin, zeytinyağında tağşiş yapan bazı açgözlü kişi ya da firmalarca zayi edildiğini söylüyor. Bu nedenle tağşiş yapanlara hapis ya da ağır ekonomik yaptırımlar gibi cezalar verilmesi isteniyor.

Peki, bunca şikayet edilen tağşişin önüne nasıl geçilebilir? Konuyu, Manisa Akhisar’da zeytinyağı üretimi ve ihracatı yapan Alhatoğlu Zeytinyağları ortaklarından Mustafa Alhat’la konuştuk.

Sorularımızı yanıtlayan Alhat, tağşiş yapan firmalar sistemden çıkarılmadığı sürece sorunların devam edeceğinin altını çiziyor.

İsterseniz sırayla gidelim; önce zeytinyağında tağşiş nedir, sizden bunu öğrenelim…

Mustafa Alhat: “Gıda güvenliğini sağlamak aslında sanıldığı kadar zor değil, sadece gidiş yolunu değiştirmek gerekiyor. Bizde raftan veya üretim hattından alınan ürününün laboratuvar analizi üzerine kurgulanmış bir denetim modeli var. Buna izlenebilirlik eklenmeden tam bir başarı mümkün değil.”

Tağşiş, pahalıya ucuz olanın katılmasıyla haksız kazanç elde etmektir.

Bilindiği üzere zeytinyağı, yemeklik bitkisel yağlar arasında en pahalı olanıdır. Diğer bitkisel yağların karıştırılması, hatta zeytinden üretilmiş bir yağ bile olsa kodeks değerlerine uygunsuzluk tespiti tağşiş olarak değerlendirilir.

Peki, ifşa listesinde yer alan tüm zeytinyağı üreticileri sahtekârdır demek, ne kadar doğru?

Biraz önce zeytinyağı için tağşişin çerçevesini çizdiğimde kodeks standartlarına uymayan zeytinden üretilmiş yağların bile tağşiş kapsamına girdiğini söylemiştim.

Bazı uygunsuzlukların kötü niyetli olup olmadığı net olarak tespit edilemediği için her listeye çıkan ürününün üreticisinin sahtekar olduğunu söylemek çok adaletli olmaz.

Listelere bakıldığında firma adı ve ürün markası yanında uygunsuzluk sebebi yer alır.

Ecn 42 farkı, yağ asitleri kompozisyonu, Tohum yağları karışımı, Prina yağı karışımı yazıyorsa kesin sahtecilik.

Ama serbest yağ asitliğinden, peroksit değerinden veya etil ester değerinden uygunsuzluk yakalanmışsa, bu bozulmanın şişeleme esnasında zaten var olup olmadığı veya rafta beklerken güneş mi gördüğü bilinemeyeceği için üreticisi kesin sahtekârdır diyemeyiz.

Bakanlığın ifşa listesi yayınlaması konusunda neler düşünüyorsunuz? Sizce, gıda güvenliğine katkı sağlıyor mu?

Bakanlığın 2016 yılında ilk ifşa listesini yayınlaması, tabiri yerindeyse, sektöre bomba gibi düşmüştü. Bomba, attığın yerde çok düşman öldürür ama altını çizeyim etrafa da zarar verir.

Evet, pek çok sahtekâr ve işbirlikçisi tamahkârın bu liste ile afişe olmaları, işini düzgün yapan ve o dönemde fiyat tutturamadığımız için raflarda yer bulamayan bizim gibi üreticilerin yüreğine su serpmiş olsa da o firmaların ve markaların sistemden çıkarılmaması tüketiciler gözünde, “marketlerde hala o ürünler satılıyor, hala sahte ürün yediriyorlar” algısına ve genel olarak ambalajlı markalı ürünlere güvensizliğe sebep olmaktadır.

Çünkü bu listeler çok uzun, binlerce firma, ürün, farklı uygunsuzluklar…

Bırakın sıradan tüketiciyi, hiç bir meslek erbabının tüm listeleri tamamen okuyup, aklında tutması mümkün değil.

Akılda kalan şu: ‘Marketten et ürünü alırsak domuz eti veya sakatat, zeytinyağı alırsak başka bitkisel yağlar karıştırılmıştır. En iyisi gideyim kola şişesinde köylüden yağ alayım…’

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak bu olsa gerek.

Bence Tarım ve Orman Bakanlığı, kusurlu ve sahtekar ayırt etmeden hepsini birden bu listelerde yayınlamak yerine, sahtekarlığı meslek haline getirdiği net olan firmaların üretim izinlerini iptal etmeli, ondan sonra listeleyip yayınlamalı.

Peki, tağşiş nasıl önlenebilir?

Gıda güvenliğini sağlamak aslında sanıldığı kadar zor değil, sadece gidiş yolunu değiştirmek gerekiyor. Bizde raftan veya üretim hattından alınan ürününün laboratuvar analizi üzerine kurgulanmış bir denetim modeli var.

Buna izlenebilirlik eklenmeden tam bir başarı mümkün değil.

Adamın biri binlerce ton kanola yağı ithal ediyor; kime sattın, onu alan ne yaptı, diyen yok. Pamuk yağı fabrikaları, prina yağı fabrikaları haldır haldır üretiyor. Bu ürünleri pek raflarda göremiyoruz. Peki, kimse merak etmiyor mu kim alır bunları nerede kullanır diye?

Daha enteresanı, zamanında devletin güdümündeki Fiskobirlik binlerce ton bozuk fındığın yağını sıkıp zeytinyağcılara satarken, siz bu yağları ne yapacaksınız, diye sorulmuş muydu?

Bakanlık yetkilileri firma denetimlerine gittiklerinde numune alırken stok hareketlerine de bakmalı ve firma firma tüketiciye kadar izini sürmeli. Eğer bu uygulama hayata geçerse hem tağşiş hem de vergi kaçağı önlenir diye düşünüyorum.

Zeytinyağının üretiminden tüketiciye ulaştırılmasına kadar sistemden kaynaklanan ana sorunlar nelerdir?

Bizim ülkemizde tarımın en büyük sorunu tarımsal işletmelerin küçük ölçekli olmasıdır. Hatta ana sorun budur, diğer sorun zannedilen her şey, bu ana hastalıktan kaynaklanan belirtilerdir.

Zeytinden örnek verelim;

400 bin civarı zeytinci aile olduğu söyleniyor. Toplam 180 milyon civarı zeytin ağacı var ve yaklaşık ağaç başı 1 litre zeytinyağı üretimimiz olduğuna göre aile başına 400 kiloyu bulmayan bir üretimin, masraflar dahil yılda 5-6 bin lira getiri ile çok sürdürülebilir olmadığı aşikardır. Devlet zaten çok az bir destek veriyor ama diyelim desteği arttırsa, hatta yağ parası kadar destek bile verse geçinmek mümkün mü?

Bu nedenle küçük arazi sahipleri aslında çiftçi değil. Ailelerini geçindirmek için başka işlerde çalışıyorlar.

Bu yüzden doğru düzgün ağaçlarına bakım da yapmıyorlar. Verim düşük, kalite düşük, geçinemediği için pahalıya satmak istiyor, bu sefer de tüketici memnun değil; kayıt dışılık var, devlet memnun değil.

Bunu çözmenin tek yolu çiftçi bazında kooperatifler kurmaktır.

Yalnız kooperatif denilince akla pazarlama kooperatifleri geliyor ben bunu kastetmiyorum. Yan yana arazileri birleştirip beraber çiftçilik faaliyetlerinin yapıldığı ortaklıklar kurulmalı. Tarım satış kooperatifleri ile karışmasın diye ‘KOLEKTİF ÇİFTÇİLİK’ diyorum bu kooperatif modeline.

Bunu önerdiğimde hep şu cevabı alıyorum: ‘Bizim insanımız ortaklık yapamaz, kooperatifler başarılı olamaz.’

Gerçekten de ülkemizde başarısız kooperatif örnekleri çoktur.

Bunun sebebi insanımızın yapısı değil devletimizin geçmişten beri uyguladığı yanlış destekleme politikalarıdır. Kural, neyi desteklersen ondan çok olur.

Bizde küçük işletmelere, küçük çiftçiye, asgari ücretliye sempati duyulur ve tabiri yerindeyse kayırılır.

Pek çok yükümlülükten muaf tutulur ve desteklerden daha çok yararlandırılır.

Mesela asgari ücret primlerinin bir kısmını devlet sübvanse eder. Sonuç; Avrupa’daki en fazla asgari ücretle çalışma oranı Türkiye’dedir. Aslında devlet asgari ücreti desteklemekle işçiye iyilik yapmış olmuyor. Maaşların artmasını engellemiş oluyor.

Aynı şekilde küçük çiftçiyi bireysel desteklemekle de iyilik yapmış olmuyor.

Ben olsam, ‘ürün desenine göre belirlenmiş minimum tarımsal işletme büyüklüklerini’ belirler, bunun altında kalanları ‘hobi bahçesi sayıyorum ve desteklemiyorum’ derdim. O zaman yan yana arazisi olan küçük çiftçiler bir araya gelip şu ölçeğe ulaşalım, derler. Bir de bakanlık personeline kooperatif yönetimi eğitimi verir ve her kooperatife bir mühendis atardım.

Böyle bir sistem hayata geçse izlenebilirlik çok daha kolay olur.

Ürün standardizasyonu daha rahat sağlanır.

Kalite artar.

Kayıt dışı biter.

Eğitimli personel istihdamı, makine kullanımı, işçi refahı, çevre kurallarına uyum ve daha aklınıza gelebilecek tarıma ve gıdaya yönelik tüm sorunlar böyle bir ortamda kendiliğinden çözülür.

Kooperatifler olursa sizin gibi tüccar ve sanayiciler bu sistemde yer bulabilecek mi? Bu konuda ne dersiniz?

Yani, ‘ben de işsiz kalır mıyım’ diye korkmuyor değilim J

Geçen gün Akhisar’ın bir kasabası olan Zeytinliova’ya gitmiştim orada sordum; ‘kayıtlı kaç sofralık zeytin işletmesi var?’ diye. 52 dediler.

Tüm Türkiye’nin 3 katına yakın sofralık zeytin üreten İspanyadaki sofralık zeytin işletmesi nerdeyse aynı: 64

Bir sürü irili ufaklı işletme birbirimizle rekabet ediyoruz. Bir gün gelecek bizde de firma sayısı olması gerektiği gibi azalacak. Hiçbir şey yapılmazsa bazıları iflas edecek. Ya da Güney Kore’de zamanında uygulandığı gibi şirket evlilikleri teşvik edilecek.

Aynen küçük çiftçileri birleştirmeye yönelik destekleme modelinde olduğu gibi KOBİ’leri desteklemekten vazgeçip, büyük şirketler kurmaya yönlendirmek gerekiyor. Bu sayede dünyanın her yerinde organizasyon yapısı olan Türk şirketleri mümkün olabilir. Alhatoğlu ya bunlardan biri olur veya ortağı.

Şirket evlilikleri ve kolektif çiftçilik devletin destekleme politikalarında yapacağı basit bir fikri değişimle kolayca uygulanabilir şeylerdir.

“Büyük ölçek modeli” sadece tarımda değil, her iş kolunda uygulanması mümkün ve gerekli. Eğer hem tarımda hem de diğer iş kollarında uygulamaya geçerse, Türkiye çok kısa sürede süper devletler arasına girer.

Yaşam İçin Gıda – www.yasamicingida.com

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz